29 Ağustos 2009 Cumartesi

30 Ağustos Zafer Bayramı'nız Kutlu Olsun

26 Ağustos 1922 sabahı, Türk topçuları Afyon’un güneyinden düşman siperlerini vurmaya başlar ve piyadeler hücuma geçer. 30 Ağustos’a kadar düşman ordusu çembere alınır ve 30 Ağustos sabahı, birliklerimizi denetleyen Başkomutan Mustafa Kemal Paşa; Büyük Taarruz için emrini verir. Dumlupınar’da ordumuz düşmana son darbeyi vurur. Düşman askerleri kaçmaya başlar. Mustafa Kemal Paşa; düşmanı bozguna uğratarak önüne katan birliklerimize o ünlü emrini verir

"ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ’DİR İLERİ!"

Türk tarihinin en büyük zaferlerinden biri olan 30 Ağustos Zaferi’nin 87. yıldönümü Pazar günü, tüm Türkiye'de, Kıbrıs’ta ve bütün dünyadaki temsilciliklerimizde, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık içinde kutlanacak.

Çünkü 30 Ağustos 1922 tarihi, Türk ulusunu esir etmek isteyen emperyalist güçlere karşı; kadınıyla çocuğuyla, ordusuyla top yekûn verdiği bir savaşın ve ulusal benliğini kurtardığı, Zafer Destanı’nın yazıldığı ve düşmanların iştahlarının kursaklarına tıkıldığı gündür.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

25 Ağustos 2009 Salı

Türkmenistan Cumhuriyeti


Resmî dili Türkmence olan Türkmenistan Cumhuriyetinin başkenti Aşkabat dır.
Yönetim şekli Cumhuriyet olup yüzölçümü 488,100 km² ve nüfusu 4,952,081 dir.

Safevi Türk hükümdarı Nadir Şah'tan sonra çeşitli kavimlerin saldırılarına uğrayan Türkmenler 1835'ten sonra Merv Bölgesine doğru yayılmaya başlamışlardır. 1860'da da Govşut Han'ın önderliğinde Farsları yenilgiye uğratmış ve bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

1873'te Ruslar Hive'yi işgal etmişler ise de, daha sonra yenilgiye uğramışlardır. 1916'da başlayan Türkistan ulusal ayaklanması devam etmiş, 1920'de de Türkmenler Hive'yi geri almışlardır.

1924'te Türkmen Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. 7 Ocak 1990 tarihinde ise Türkmenistan’da, seçimler yapılmış, resmi dil Türkmence kabul edilmiştir.

22 Haziran 1990 tarihinde Türkmenistan egemenliğine, 27 Ekim 1991 tarihinde de bağımsızlığına kavuşmuştur. Bugün gelişen ekonomisi ve genç nüfusu ile Orta Asya’nın en güçlü ülkelerinden biridir.

Türkmenistan'ın bağımsızlığını ilk Türkiye tanımıştır.

Türkmenistan başkanlık sistemi ile yönetilen, anayasasına göre, demokratik, laik bir hukuk devletidir.

Kaynak- Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi

Uygur Devleti


Uygurlar hakkındaki bilgiler, Çin yıllıkları ile Göktürk ve Uygur kitabelerinde bulunmaktadır. Uygur kelimesine çeşitli anlamlar verilmekle birlikte en kabul göreni; akraba, müttefik anlamında olanıdır. Orhun Kitabeleri’nde ise Dokuz Oğuz adı ile anılıyorlardı.

Göktürk devleti ortadan kalkınca, 743 yılında Basmılların idaresinde yeni bir devlet kuruldu. Uygurlar bu Basmıl Kağanlığı' nın Sol Yabgusu, yani doğu Yabgusu; Karluklar ise, Sağ Yabgusu, yani batı Yabgusu oldular. Bu yeni devlet, tam bir federal devlet biçimindeydi. 745 yılında Uygur Yabgusu, Basmıl Kağan'ını mağlûp ederek kendini kağan ilân etti. Kağanlık ûnvanı olarak da Kutluk Bilge Kül Kağan ûnvanını aldı. Böylece Uygur Kağanlığı kurulmuş oldu.

Bu kağanlık ûnvanından da anlaşılacağı üzere, Göktürk devletinin gelenek ve töreleri yeni Uygur Kağanlığı'nda da devam ediyordu. Ancak Uygurlar arasında Buda ve Mani dini gibi yabancı inanışlar yayıldıkça, Kağan unvanlarında da birtakım değişiklikler olmaya başlayacaktır. Uygur devletini kuranlar Orhun bölgesini yurt tuttukları için, bunlara Orhun Uygurları denilmektedir.

840 yılındaki Kırgız baskınına uğrayarak yenilir ve dört bir yana dağılırlar. Uygurların bir kısmı, güney kesimlere, yani Çin ile Doğu Türkistan arasındaki Kansu bölgesine indiler. Önemli bir ticaret merkezî olan bu bölge, meşhur İpek yolu üzerinde idi. Bu bölgede yerleşen Uygurlar, büyük bir şehir olan Kan-Cov'da yeni bir devlet kurmuşlardır. Sonradan, Sarı Uygurlar adı ile anılacak olan bu Uygurlar, bu bölgenin yerli halkı ile karışmadan kalmışlardır. Türk dili ve kültürünü uzun yıllar yaşatan bu Uygur Türklerinin torunlarına bugün bile rastlamak mümkündür.

Kaynak- Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi


Yakutistan Cumhuriyeti


Başkenti Yakutsk dur, yüzölçümü 3.103.200 km² ve nüfusu 1.381.000 dir.

Kuzeydoğu Sibirya'da Kuzey Buz Denizi'ne dökülen Lena, Yana, İndigirka ve Kolıma ırmaklarının havzasında yer alır. Ülkenin % 40'dan fazlası kutup dairesinin kuzeyindedir. Ülkenin % 20'si kuzey kutbundadır ve 2/3'ü dağlarla kaplıdır. Ortalama sıcaklık Ocak ayında -34, -50 C°, Temmuz ayında +18,+29 C° dir.

10'uncu yüzyıllarda güneyden gelerek yerleşen bir Türk boyu olan Yakutlar (Sakalar) 17'inci yüzyılın ilk yarısında Rus Çarlığının denetimine girdi. Yakutistan'ın en büyük kenti olan Yakutsk eyaleti 1632'de kuruldu. 1638'de Yakutsk eyaleti (Voyevodstvo) oluşturuldu ve bu topraklar Rusların yerleşimine açıldı. Ruslar özellikle Lena nehrinin orta kesimi boyunca sıralanan şehirlere yerleştiler. Yüzyıllar boyunca göçebeliğe dayalı bir hayat tarzı sürdüren Sakalar 19'yy.da yerleşik düzene geçtiler. Saka (Yakut) Türklerinin milli bilinçleri gözle görülür derecede artmaya başlamıştır. 27 Eylül 1950'de "Yakut Saha (Saka) Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Devlet Egemenlik Deklarasyonu" ilan edildi. 20 Aralık 1991'de cumhuriyet tarihinde doğrudan başkanlık seçimi yapıldı. Başkan göreve gelir gelmez birinci iş olarak cumhuriyetin adını "Saha Cumhuriyeti" olarak ilan etti.

Yakutlar Orhun kitabelerinde Kurıkan adıyla geçmektedir. Daha sonra kuzeye çekilen Yakutların ana Türk kütlesiyle bağları kopmuştur. Bu yüzden Saka (Yakut) Türkçe’si Türkiye Türkçe sinden ve diğer Türk lehçelerinden biraz uzaktır. Sakalar'ın tarihte 10 asra yakın bir süre varlıklarını sürdüren İskit (Saka) Türklerinin bir uzantısı oldukları da uzmanlarca belirtilmektedir. Kendilerine Saka demeleri de, buna bir delil sayılmaktadır.
Kaynak- Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi

2 Ağustos 2009 Pazar

İzmir'e Geliş


30 Ağustos 1922'de Dumlupınar (Başkomutan) Meydan Muharebesi'nin kazanılması ile Yunan ordusu imha edilmiştir. 1 Eylül 1922'de "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir" emrini verir. 9 Eylül 1922'de ordumuz İzmir'i alır. Atatürk İcra Vekilleri Heyeti Başkanı Rauf (Orbay) Bey'e telgrafta: "Birliklerimiz İzmir doğu sırtlarında düşmanın son direnişini kırdıktan sonra bugün mağlup düşmanla beraber İzmir'imize zaferle girdik. Ben yarın öğleden itibaren İzmir'de bulunacağım"der.

Aynı gün Yunan'ın ateşe verdiği Kasaba'ya (Turgutlu) varıp burayı ve yanan köyleri geçer. Armutlu'ya gelinir. Burada mola verilir Mustafa Kemal koyu bir güneş gözlüğü taktığı için tanınmaz. Orada bulunan bir ihtiyar, koynundan bir resim çıkarır, bir kaç kere önce resme, sonra Mustafa Kemal'e bakar. Mustafa Kemal gözlüğünü alnına doğru kaldırınca ihtiyar daha yakına yanaşır ve daha dikkatli bakar. Birdenbire yüzünün rengi değişir, her yanı titreyerek, "Bu sensin, bu!"diye bağırır. Sonra orada bulunanlara dönerek, haykıra haykıra "Ey ahali koşun, koşun! Bu odur, Kemalimiz geldi!"der demez bütün halk otomobile koşar. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı kimi toprağı, kimi tekerlekleri öpüyor, kimi Mustafa Kemal'in boynuna, eline sarılıyor kimi otomobili omuzlarında taşımaya çalışıyordu.
Mustafa Kemal 9 Eylül 1922 Cumartesi günü karargahı ile Belkahve'ye varır. Bir incir ağacının altında Kadifekale'de şanlı bayrağımızın Dalgalandığı İzmir'i uzun uzun seyreder. Düşman devletlerin karma donanması körfezdedir. Hava kararıncaya kadar burada kalır. Geceyi geçirmek için Nif (Kemalpaşa)'ya gelinir.

Rüşen Eşref Ünaydın şöyle anlatır:

"Seni, bir iki basamak merdivenle ilk katına çıkılan, zaten sanırım o ev sadece bir katlı idi, o evin kapısından içeri girişte, başları beyaz örtülerle sımsıkı sarılı köy kadınları karşıladılar. Yedi sekiz kadın. Gölgeler gibi çekingendirler. Seni o dar girişte görünce, yerlere doğru eğildiler; sarılıp dizlerinden öptüler; baş örtülerinin ucu ile ayaklarından tozlar aldılar, bir ikisi o tozları gözlerine sürdüler! Ve onların gözlerinden senin ayakkabılarına yaşlar damladı. Sen onları ağır başla selamladın. Onlar senin önünde el bağladılar, yaşlı gözlerle sana uzun uzun baktılar. Bu el bağlayışlar, bu susuşlar sana bir sonsuz minneti ve hayranlığı bin sözden ne kadar daha iyi anlatıyordu."
Atatürk yanında Mareşal Fevzi (Çakmak) Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa ve karargahı ile 10 Eylül 1922 günü İzmir'e girmiş burada Fahrettin (Altay) Paşa İle buluşarak doğruca Hükümet Konağına gitmiştir. İzmirliler kurtarıcılarını büyük bir törenle, sevinç ve coşkunlukla karşılamışlardır. İzmir Hükümet Konağı balkonundan, Konak alanını hınca hınç dolduran İzmirlileri, selamlayarak kısa bir konuşma yapar.
"Bu başarı milletindir" der.
Daha sonraları da yapılan her türlü hamleyi ve başarıyı hiç bir zaman kendine değil, canından çok sevdiği milletine mal etti.

Kurtuluş sonrası İzmir'de İngilize verilen ders



Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir'de; İngiliz donanmasından hatırı sayılır sayıda gemide İzmir Körfezinde demirli bulunuyordu.

Ertesi sabah erkenden uyandık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik. Vali, İngiliz konsolosu ile konuşuyordu. Biz gelince vali ayağa kalktı ve konsolos ile Mustafa Kemal Paşa'yı tanıştırdı. Konsolos iyi Türkçe biliyordu. Paşa valiye sordu:

-'Konu nedir ?'

Vali anlattı:

-'Sayın konsolos, İngiliz tebaası vatandaşlarla Rum ve Ermeni azınlığın güven altında olup olmadığından endişeleniyorlar. Ben kendilerine herkesin güven altında olduğunu bildirdim'.

Mustafa Kemal Paşa konsolosun Türkçe bildiğini biliyordu, buna rağmen kendisine valiyi muhatap aldı:

- 'Ee, peki daha ne istiyormuş?'

Bu soruya İngiliz konsolosu Türkçe cevap verdi:

-'Tebaamız için hükümetinizden yazılı teminat istiyorum!'

Paşa:

-'Ne yani, Yunanlılar zamanında siz tebaanızı daha emniyette mi görüyordunuz?'

Konsolos, kasılarak:

-'Evet' dedi, 'Yunanlılar buradayken tebaamızı daha emniyette görüyorduk.'

-'Öyleyse buyurun, tebaanızla birlikte Yunanistan'a gidin, efendim !'

Konsolos sinirlenerek sesini yükseltti:

-'Yani majestelerimin hükümetine savaş mı açıyorsunuz ?'

Paşa:

-'Siz kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz ? Ben Millet Meclisinin başkanı ve Türk orduları başkomutanıyım. Savaş açmaya da barış yapmaya da tam yetkiliyim. Peki siz kimsiniz!  Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmeleri yapmaya yetkili misiniz ? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz dışarıya!..'

Konsolos, Mustafa Kemal Paşa'nın son sözleri üzerine sapsarı kesildi ve tek bir kelime söylemeden kapıdan çıktı gitti. Mustafa Kemal Paşa, adamın arkasından valiye döndü:


-'Bunlara yüz vermeyin vali bey ! Bir donanma önünde pısacak, bir blöf karşısında yelkenleri suya indirecek bir devletcik sanıyorlar bizi! Küstahlik derecesine bakın, bana 'savaş mı açıyorsunuz?' diye soruyor. Barut kokan bir odada adamın sorduğu şeye bak !.. Savaş halinde değiliz sanki!'

Birkaç saat sonra, İngiliz donanması komutanı hükümet konağının kapısından girerek Mustafa Kemal Paşa'nın odasına yöneldi. Nazik fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref kendisine ne istediğini sordu.

-'Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istiyorum!..'

Birlikte odaya girdiler, kapı kapandı.

Amiral:

-'Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale'deki başarınızı rastlantıya borçlu olmadığınız kanıtlandı böylece. Büyük  bir askerle tanıştığım için memnunum.'diyerek övgüler yağdırmaya başladı.

Paşa, bıkkın bir ifadeyle:

-'Bunları geçin amiral. Çok işimiz var. Asıl konuya gelin' dedi..

Amiral bu tavır karşısında bocalayarak konuya girdi:

-'İzmir'de tebaamız ve sizin azınlıklarınız Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir? Güvende midirler?..'

-'Hiç kuşkunuz olmasın amiral. Tebaanız ve azınlıklar hükümetimizin koruması altındadır. Suç işlemeyenler, kendilerini güvende sayabilirler.'

-'Peki suç işleyenler?'

-'Suç işleyenler sayın amiral, muhtemelen sizin ülkenizde de olduğu gibi, adaletin huzuruna çıkar. Suçlu olanlar, cezalarını çekerler.'

-'Fakat Paşa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumlar şımarıklık yapmış olabilir. Bugün bu insanlar yerli halkın düşmanlığı ile yüz yüzedirler.
Ermenilerin biliyorsunuz büyük bir bölümü göçe zorlandı ve önemli bir bölümü hayatlarını kaybetti. Bu ruh haliyle Yunan ordusu ile işbirliği yapmış, bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır, bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kişiler halkın husumetine bırakılacak olursa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır!..'

Son cümleye kadar amirali sakince dinleyen Mustafa Kemal Paşa, 'dünyanın koparacağı gürültü' ile tehdit edilince amiralin sözünü kesti:

-'Üstünlük pozunuzu derhal bir kenara koyunuz amiral ! Milletleri tehdit etmekten de vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerinin kıyamet koparıp koparmayacağını düşünmem bile ! Bunlar memleketin dahili işleridir ve de sizin bu işlere karışmanıza müsaade etmem. Majestelerinin devleti bizim azınlıklarla uğraşmaktan vazgeçsin. Kim ki bize saygı beslemez, bizden de saygı beklemeye hakkı olmaz.'

Amiralin yüzü bembeyaz oldu:

-'İngiliz hükümetinin tebaasını her yerde koruma hakkı devletler Hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde ulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz...'

Paşa:

-'Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen cesetlerini herhalde Görmüş olmalısınız. Ordumuz asayişi sağlamıştır. İzmir limanını Donanmanıza kapatıyorum. İsterseniz, tebaanızı gemilerinize doldurabilirsiniz. Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum!'

Sert sözler karşısında amiral ne yapacağını şaşırdı:

-'İngiltere'ye savaş mı açıyorsunuz?'

Paşa:

-'Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr antlaşmasının halen yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırtıp attık bile. Karşımda serbestçe oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz ! Fakat nezaketimizi kötüye kullanmanıza müsaade edemem. Şu anda hukuken 'barış antlaşması yapmamış' iki devletiz. Savaş hukuku halen yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size tekrar ve son defa ihtar ediyorum!...'

Bir balmumu heykeline döndü amiral.Sert adımlarla girdiği Mustafa Kemal Paşa'nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçüldü ve sonunda kekeleyerek:

-‘ Affedersiniz !' dedi,

Yerlere kadar eğilerek geri geri kapıya gidip dışarı çıktı. Olay kısa süre içinde şehirde duyuldu... İngiliz ve Fransızlar kendi uyruklarını gemilere bindirmeye başladılar.  Birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler.

Kaynak: Salih Bozok’un Anılarından.