31 Temmuz 2011 Pazar

24 Temmuz 2011 Pazar

KURTULUŞ SAVAŞININ İLK KURŞUNU


Yıl 1919.Samsun'dan büyük sıkıntı ve tehlikeler içinde 3 Temmuz'da Erzurum'a gelen Mustafa Kemal,  tedirgindir. Zira İstanbul hükümetine askerlikten istifa ettiğini, sine-i millete döndüğünü bildirmiştir. Artık hiç bir güvencesi olmayan sade bir vatandaştır. Mustafa Kemal'in bu tedirginliği, Kâzım Karabekir Paşa'nın;

-"Ordumla emrinizdeyim" sözü ile yerini güvene bırakır.

Mustafa Kemal, istikbalini bir kenara atmıştır. Tüm güvencesi ,Erzurum Ahalisi nezdinde büyük Türk milletidir.

"VATAN BİR BÜTÜNDÜR PARÇALANAMAZ, MANDA VE HİMAYE KABUL EDİLEMEZ" kararlarının alındığı 23 Temmuz günü,Erzurum'da , Milli Mücadelenin ve Cumhuriyetin ateşi tutuşturulmuştur. 

Mustafa Kemal, Sivas'a gidecektir. Erzurum'dan minnettar olarak ayrılmaktadır. Erzurumlu da onu fahri hemşerisi yapmıştır. Erzurum eşrafı o günün şartlarında ona yolluk hazırlamak ister. Fakat yolculuğun uzunluğunu düşünerek bundan vazgeçerler. Aralarında 500 Lira toplarlar. En zor şey bunu vermektir. Paşaya, utana sıkıla biraz da çekinerek ;

-"Paşam affınıza sığınarak bu hediyemizin kabulünü arz ediyoruz." derler.

Mustafa Kemal'in gözleri dolu, dolu olur. Yanındaki Hüseyin Rauf Orbay'a :

-“AL RAUF! MİLLİ MÜCADELENİN İLK SİLAH VE MERMİLERİNİ BU PARAYLA AL." der. 

İŞTE MİLLİ MÜCADELE BU RUHLA BAŞLAR, ERZURUM, BU MÜCADELENİN TEMELİ OLUR.

Kaynak- Hakkı Mezaearkalı dan aktaran  Hayati Kerget

22 Temmuz 2011 Cuma

KURTULUŞ SAVAŞININ İLK KURŞUNU “ERZURUM KONGRESİ”


Erzurum kongresi 23 Temmuz 1919 tarihinde aşağıdaki delegasyon ile ilk toplantısını yaptı:


1-Erzurum/Merkez Kazası: Mustafa Kemal Paşa (ATATÜRK)
2-Erzurum/Merkez Kazası: Hüseyin Rauf (ORBAY)
3-Erzurum/Merkez Kazası Mehmed Raif (DİNÇ)
4-Bayazıt Sancağı/Merkez: Hüseyin Avni (ULAŞ)
5-Bayburt Kazası: Abdullahağazade Zahid Bey (PEKİNDAĞ)
6-Bayburt Kazası: Alemdarzade Mehmet Tevfik (ÇORUH)
7-Diyadin Kazası: İsmail Hakkı (NALBANDOĞLU)
8-Diyadin Kazası: Mustafa (SABUNCUOĞLU)
9-Eleşkirt Kazası: Maksud (KAHRAMAN)
10-Hasankale Kazası : Mehmet Cevat DURSUNOĞLU
11-Hasankale Kazası: Battal EYİGÜN
12-Hınıs Kazası: Alaeddin Bey/Paşazade Mehmed Celaleddin Bey
13-İspir Kazası: Cemal AKSU
14-Karakilise (Karaköse-Ağrı)- Süleyman Necati GÜNERİ
15-Kiğı Kazası: Mirüveyszade Kahraman Sabri YAZICI
16-Kiğı Kazası: Yazıcızade Mehmed Sa’id Bey
17-Narman Kazası: Sait Bey (ÖZLÜTÜRK)
18-Tercan Kazası: Namıkefendizade Ahmed Mümtaz ERVERDİ
19-Tortum Kazası: Kâzım YURDALAN
20-Trabzon/ Merkez Kazası: Abanoszade Hüseyin Avni Bey
21-Trabzon/Merkez Kazası: Hacısalihoğlu Servet Siret (SALİHOĞLU)
22-Akçaaabat (Polathane) Kazası: Serdarizade Hasan Remzi (SERDAROĞLU)
23-Giresun Kazası: Kitapçızade İbrahim Hamdi (Muhsin ELGEN)
24-Giresun Kazası: Duydukzade Dr.Ali Naci DUYDUK
25-Gümüşhane Merkez Kazası: Kadirbeyoğlu Zeki Bey (KADİRBEYOĞLU)
26-Kelkit Kazası: Müderris ve Müftü Hafız Osman Nuri Efendi (NASUHBEYOĞLU)
27-Maçka Kazası: Eyyübizade Mehmet İzzet Bey
28-Of Kazası: Müfti-Müderris Hafız Yunus Sıdkı (BULUT)
29-Ordu Kazası: Avukat Hasan Hilmi (KORAL)
30-Rize Merkez Kazası: Gençağaoğlu Abaza Hafız İsmail Hakkı (GENÇ)
31-Rize Merkez Kazası: Mehmed Necati MEMİŞOĞLU
32-Sürmene Kazası Eyyübizade Ömer Fevzi EYÜBOĞLU
33-Sürmene Kazası: Kulaçzade Ahmed (KULAÇ)
34-Şiran Kazası: Müftü Hasan Fahri (POLAT)
35-Tirebolu Kazası: Yusuf Ziya (ŞİŞMAN)
36-Vakfıkebir Kazası: Hafız Abdullah Hasib (ATAMAN)
37-Rize Pazar: Ahmed Bey
38-Sivas/Merkez Kazası: Mehmed Fazlullah Efendi
39-Sivas/Merkez Kazası: Yusuf Ziya (BAŞARA)
40-Alucra Kazası: Payaszade Hacı Hüseyin Hüsnü Bey (ÖZDEMİR)
41-Amasya Merkez Kazası: İbrahim Süreyya (YİĞİT) Bey
42-Divriği Kazası: Müftü Hayrullah Efendi
43-Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar) Kazası: Dr.Mahmud Cemil (ŞENCAN)
44-Koyulhisar Kazası: Çadırcızade Ali Bey
45-Mesudiye Kazası: Serdarzade Mehmed Mustafa Efendi.
46-Niksar Kazası: Mehmed Şeref Efendi.
47-Reşadiye Kazası: Mehmed Sırrı (KAYMAZ)
48-Suşehri Kazası: Çeçenzade İsmail Hakkı Efendi
49-Tokat Kazası: Mehmed Rifat Bey (ARKUN)
50-Zara (Koçgiri) Kazası: Emekli Yüzbaşı Receb Efendi.
51-Erzincan/Merkez Kazası: Şeyh Hacı Ahmed Fevzi Efendi
52-Erzincan/Merkez Kazası Müfti Hafız Osman Fevzi Topçu
53-Kuruçay Kazası: Müfti Mehmed Şevki Efendi (YURTBAŞI)
54-Pülümür (Kuzucan) Kazası: Emekli Komiser Abbas Necati Efendi
55-Refahiye Kazası: Taha Kemâleddin Efendi
56-Refahiye Kazası: Tal’at Bey
57-Bitlis/Merkez Kazası: İsmail Efendi
58-Bitlis/Merkez Kazası: Emekli Binbaşı Süleyman (HATUNOĞLU)
59-Siirt/Merkez Kazası: Müderris Hafız Mehmed Cemil (AYDIN)
60-Siirt/Merkez Kazası: Hafız Mehmet Hilmi (ÇORAPSIZ)  
61-Vilayet adına: Sa’idefendizade Cazim (ABUŞOĞLU)
62-Vilayet adına: Hocazade Osman Tevfik Bey (ALYANAK)

Kongreyi en yaşlı üye olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açarak; yoklamanın ardından başkanlık divanı seçimini gerçekleştirdi. Yapılan oylamada Mustafa Kemal Paşa kongre başkanlığına seçildi.


Erzurum kongresinin ilk günü genel durum hakkında bilgi veren kongre başkanı Mustafa Kemal;


“Tarihin bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkar edemeyeceğini, Vatanımız ve Milletimiz aleyhinde verilen hükümlerin muhakkak iflas etmeye mahkum olduğunu. Vatan ve Milletin kaderini kurtarma ve koruma hususunda son sözü söyleyecek ve bunun hükmünü yerine getirecek gücün yine Millet olduğunu. Vatan sathında bütün vatanseverlerin ve yiğitlerin bedenini bu milli heyecanın sarmış olduğunu.” belirterek. “Mukadderata hakim milli iradenin ancak Anadolu’dan doğacağını ve milli iradeyi temsil edecek bir milli şura ile yönetim gücünü milli iradeden alacak bir hükümetin teşkilini” ilk hedef olarak tespit etti!


7 Ağustos 1919 tarihine kadar devam eden Erzurum Kongresinde çok sert tartışmalar yaşandı. Kongrenin kapanışı vesilesiyle yaptığı konuşmada ise Mustafa Kemal;


“Kongrede önemli kararlar alındığını ve cihana milletimizin mevcudiyeti ve birliğinin gösterildiğini, tarihin Erzurum kongresini ender ve büyük bir eser olarak kaydedeceğini.” söyledi.


Esasta Ermenilere bırakılacağı söylenen Doğu Anadolu’nun kaderini görüşmek için toplanan Erzurum Kongresi, memleketin bütününü ilgilendiren meseleler hakkında karar alarak milli mücadelenin programını hazırlamıştı.
Programın temel fikri “ KAYITSIZ ŞARTSIZ İSTİKLAL, KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLİ HAKİMİYET” idi.


Kongrede vatan sınırları belirtilerek, vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı ilan ediliyor, emperyalistlere de Türklüğün ata yurdunun işgal edilemeyeceği anlatılmak isteniyordu.


Erzurum Kongresi Temsil Heyetinin ise gerektiğinde bir hükümet olarak vazife göreceği açıklanıyor ve “Milli Devletin” yürütme organı olduğu İstanbul’a karşı ilan ediliyordu.


Erzurum Kongresi “KURTULUŞ SAVAŞIMIZIN” başlangıcı idi; Erzurum Kongresi sonucunda bugün dahi hassasiyetle izlemek zorunda olduğumuz aşağıdaki kararlar ilan edildi.


1.Milli hudutlar içindeki vatan bir bütündür. Ayrılık kabul etmez.
2.Yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı hükümetinin dağılışı halinde millet hep birlikte savuma yapacak ve direnecektir.
3.Vatanın istiklalini korumaya merkezi hükümet muktedir olmadığı takdirde, maksadı temin için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet heyeti milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, bu görevi heyeti temsiliye yapacaktır.
4.”Kuva-yi Milliye’yi” amil ve “İradeyi Milliye’yi” hakim kılmak esastır.
5.Hıristiyan ahaliye siyasi hakimiyet ve toplum dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez.
6.Manda ve himaye kabul olunamaz.
7.Mebuslar meclisinin derhal toplanmasına ve hükümet işlerinin milletin murakabesine konulmasının teminine çalışılacaktır.


“NEMUTLU TÜRKÜM DİYENE” 

13 Temmuz 2011 Çarşamba

MEHMET NURİ YAMUT (1890-1961)


Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT, 1890 yılında Selanik'te doğmuş, 1908 yılında Harp Okulundan mezun olmuştur. 1912 yılına kadar Selanik'te 17'nci Nişancı Taburu 1'inci Bölükte görev yapmış, 1912 yılında Manastır 6'ncı Kolordu 50'nci Alay 3'üncü Bölükte görevli iken esir düşmüştür. Esaret dönüşü 1913'te Harp Akademisine girmiş ancak eğitimini tamamlamadan 1'inci İşkodra Tümenine katılmıştır.

1919 yılında tekrar girdiği Harp Akademisini 1920 yılında kurmay subay olarak bitirdikten sonra; Anadolu'ya geçerek Millî Orduya katılmıştır. Müteakiben 7'nci Kolordu Kurmay Başkanlığı, Harp Akademisi Kurmay Başkanlığı, 40'ıncı Alay Komutan Vekilliği, Afganistan Eğitim Heyeti Başkanlığı, Genelkurmay Karargâhında Şube Müdürlüğü, 190'ıncı Alay Komutanlığı, 5'inci Tümen Tugay Komutanlığı, 18'inci Dağ Tugay Komutanlığı, 2'nci Ordu Kurmay Başkanlığı görevlerini yürütmüştür.

1935 yılında Tuğgeneralliğe terfi etmiştir. Tuğgeneral rütbesi ile 9'uncu Tümen Komutanlığı yapmış, 1936 yılında Tümgeneralliğe terfi etmiştir. Tümgeneral rütbesi ile 9'uncu ve 57'nci Tümen Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 1939 yılında Korgeneralliğe terfi etmiştir. Korgeneral rütbesi ile 2'nci ve 12'nci Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunduktan sonra 1945 yılında Orgeneralliğe terfi etmiştir. Orgeneral rütbesi ile 2'nci ve 1'inci Ordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 3 Ocak 1949 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanmış ve 1 Temmuz 1949 tarihine kadar aynı zamanda Genelkurmay Başkan Vekilliği görevini de yürütmüştür. 6 Haziran 1950 tarihinde atandığı Genelkurmay Başkanlığı görevinden 10 Nisan 1954 tarihinde kendi isteği ile emekli olmuştur.

Balkan, 1'inci Dünya ve Kurtuluş Savaşı'na katılmıştır.

Orgeneral Mehmet Nuri YAMUT; Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası, Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası, Altın Liyakat Madalyası ve İstiklal Madalyası ile Alman Demir Haç Nişanı sahibidir.

5 Haziran 1961'de vefat etmiştir.

Kaynak-Gnl.Kur.Başk.lığı

SALİH OMURTAK (1889-1954)


Orgeneral Salih OMURTAK, 1889 yılında Selanik'te doğmuş, 1907 yılında Harp Okulundan mezun olmuştur. Aynı yıl girdiği Harp Akademisini 1910 yılında kurmay subay olarak bitirdikten sonra; Genelkurmay Başkanlığı Karargâhında Karargâh Subaylığı, 1'inci Kolordu, 2'nci Ordu, 4'üncü Kolordu, 5'inci Ordu, Doğu Ordular Grubu ve 3'üncü Ordu Karargâh Subaylığı görevlerini yürütmüştür. 22 Ocak 1920'de görevli olarak geldiği Ankara'da kalarak Millî Orduya katılmıştır.

1926 yılına kadar Genelkurmay Karargâhında Şube Müdürlüğü, Genelkurmay II'nci Başkan Vekilliği, 61'inci Tümen Komutanlığı, 3'üncü Ordu Kurmay Başkanlığı ve 8'inci Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuştur.

1926 yılında terfi ettiği Tümgeneral rütbesi ile 8'inci Kolordu Komutanlığı görevini yürüttükten sonra 1930 yılında Korgeneralliğe terfi etmiştir. Korgeneral rütbesi ile 9'uncu Kolordu Komutanlığı ve 3'üncü Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunmuş, 1940 yılında Orgeneralliğe terfi etmiştir. Orgeneral rütbesi ile Yüksek Askerî Şûra Üyeliği, Genelkurmay II'nci Başkanlığı ve 1'inci Ordu Komutanlığı yapmıştır. 29 Temmuz 1946 tarihinde Genelkurmay Başkanı olarak atanmış, 8 Haziran 1949 tarihine kadar bu göreve devam etmiştir. Birtakım sağlık sorunları nedeniyle bir süre izin kullandıktan sonra 1 Ocak 1950 tarihinde atandığı Yüksek Askerî Şûra Üyeliği görevinden 6 Temmuz 1950 tarihinde kendi isteği ile emekli olmuştur.

1'inci Dünya ve Kurtuluş Savaşı'na katılmıştır.

Orgeneral Salih OMURTAK; Harp Madalyası, İstiklal Madalyası, Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası ile Avusturya 5'inci Rütbe Mecidiye Nişanı, Avusturya-Macaristan 3'üncü Rütbe Liyakat Nişanı ve Alman İmparatoru 3'üncü Demir Nişanı sahibidir.

23 Haziran 1954 tarihinde vefat etmiştir.

Kaynak-Gnl.Kur.Başk.lığı

MEHMET KAZIM ORBAY (1887-1964)


Orgeneral Mehmet Kazım ORBAY, 1887 yılında İzmir'de doğmuş, 1904 yılında Harp Okulundan mezun olmuştur. Aynı yıl girdiği Harp Akademisini 1907 yılında kurmay subay olarak bitirdikten sonra sırasıyla; 16'ncı Sahra Topçu Alayında Batarya Komutanlığı, 3'üncü Ordu Müfettişliği ve Mürettep Tümende Karargâh Subaylığı, Genelkurmay Başkanlığı Karargâhında Karargah Subaylığı, 5'inci Kolordu Karargâh Subaylığı, Harp Okulu İstihkam Dersi Öğretim Üyeliği, 3'üncü Tümen Karargâh Subaylığı ve Harbiye Nezareti Başyaverliği görevlerini yürütmüştür.

2 Mayıs 1920'de Anadolu'ya geçerek Millî Orduya katılmıştır. 1922 yılına kadar Doğu Cephesi Kurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığında Daire Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur.

1922 yılında Tümgeneralliğe terfi etmiştir. Tümgeneral rütbesi ile 3'üncü Kafkas Tümeni Komutanlığı ve Genelkurmay II'nci Başkanlığı görevini yürütmüş, 1926 yılında Korgeneralliğe terfi etmiştir. Korgeneral rütbesi ile Genelkurmay II'nci Başkanlığı, Afganistan Askerî Heyeti Başkanlığı ve 4'üncü Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulunduktan sonra 1935 yılında Orgeneralliğe terfi etmiştir. Orgeneral rütbesi ile Jandarma Genel Komutanlığı, 3'üncü Ordu Komutanlığı, Yüksek Askerî Şûra Üyeliği, Genelkurmay II'nci Başkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı görevlerini yürütmüştür. Daha sonra atandığı Yüksek Askerî Şûra Üyeliği görevinden 6 Temmuz 1950 tarihinde emekli olmuştur.

Harekât Ordusunun 31 Mart Vak'ası olarak bilinen isyanı bastırma harekâtına, Karadağ Hudut Olaylarına, Balkan, 1'inci Dünya ve Kurtuluş Savaşları ile Dersim Harekâtına katılmıştır.

Orgeneral Mehmet Kazım Orbay; Gümüş Liyakat Madalyası, Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası, Harp Madalyası, Muharebe Altın Liyakat Madalyası ve İstiklal Madalyası ile Alman Demir Haç Nişanı, Alman Kırmızı Kartal Nişanı ve Alman Kılıçlı Haç Nişanı sahibidir.

 3 Haziran 1964 tarihinde vefat etmiştir.

Kaynak-Gnl.Kur.Başk.lığı

GAZİ OSMAN PAŞA (1833-1900)


Gazi Osman Paşa, 1833 yılında Tokat'ta doğdu. Asıl adı Osman Nuri'dir. Babası, İstanbul kereste gümrüğünde katip olan Mehmed Efendi, annesi Şakire Hatun'dur. 


Ailenin tek erkek çocuğu olan Osman Nuri, henüz yedi sekiz yaşlarında iken ailesiyle birlikte İstanbul'a babasının yanına gitti. Sırasıyla Askeri Rüştiye, Askeri İdadi ve Mekteb-i Harbiyye okullarını bitirdi. Çeşitli görevlerde bulunan Gazi Osman Paşa, 1859 yılında Osmanlı Devleti'nin nüfus sayımı ile kadastro usulünde haritasının çizilmesinin kararlaştırılması ve bu arada Bursa ilinden başlanması üzerine bu göreve askeri temsilci olarak tayin edildi. 1866'da Girit'te baş gösteren Rum isyanı dolayısıyla buraya yollandı.


Birçok askeri başarı elde etmiş olan Gazi Osman Paşa, asıl şöhretini Sırp prensi Milan'ın 2 Temmuz 1876'da Osmanlı Devletine savaş ilan etmesi esnasında, Rus generallerinin kumanda ettiği Sırp ordusunu bozguna uğratması ile elde etti. 


1877-78 Osmanlı Rus savaşları sırasında Plevne'yi başarı ile savundu ve bu savaş sonunda kendisine "gazilik" unvanı verildi. Askeri şahsiyeti yanında siyasi faaliyetlerde de bulundu. İstanbul'daki dini grupların birleşmesini sağladı. 


Sarayda bulunduğu süre içinde dış politika konularında Sultan İkinci Abdülhamid'i etkilemeye çalıştı. Gazi Osman Paşa, 4-5 Nisan 1900 yılında, Cuma günü vefat etti ve Fatih Sultan Mehmed türbesi yanına gömüldü.


Kaynak-Harp Tarihi

PLEVNE KAHRAMANLARI


Plevne Tuna nehri kıyısında küçük şirin bir kent. Bulgarı ve Osmanlısı kardeşçe geçinmiş asırlarca.

Plevne’nin  küçük olmasına rağmen  Rusya’nın hayali büyüktür. Dünyaya Bulgarların Osmanlılarca katledildiği yalanını yayarak işgal etmek niyetindedir. Osmanlı hasta bir adamsa ve Plevne küçük bir kentse bunu başarmak çocuğun elinden oyuncağını almaktan farksız diye düşünür Rus Çarı II. Alexandr.

Daha sonra sırada İstanbul’a uzanıp Payitaht’ı ele geçirmek vardır. İşte Rusların bu hayallerini gerçekleştirmek maksadıyla başlar 93 Harbi ya da Küçük Kıyamet. Fakat işler Çar ve Generali Gourko’nun sandığı gibi yolunda gitmez. Zira hesaba katmadıkları kadar güçlü inançlı ve zeki bir başkumandan vardır karşılarında: Gazi Osman Paşa.

Paşa” Plevne’yi kaptırmam” diyor demesine ancak komutasında bir emriyle ölmeye hazır birkaç bin askerden başka hiçbir kuvveti yoksa ne yapabilir?  Ama Kumandan Gazi Osman Paşa ümidini hiç kaybetmez. Sultan Abdülhamid’in yardımına koşacağını ona takviye birlikler göndereceğini bekler durur askerleri birer, birer eksilirken. Plevne’de batan her güneşi yardımsız geçen son akşam olacağına inanarak bekler.

Elleri kolları bağlı bu seçkin vatan evlatlarına bu muamele reva mıdır?  Plevne’den çıkmamaya kararlıdır Kumandan. “Yanacaksak hep beraber yanacağız ” diyecek kadar gözü kara.  Savunma tarihinde benzeri görülmemiş bir huruç harekâtı başlatırken de erlerle tasta patates çorbasını paylaşırken de.

Kaynak : Okay Tiryakioğlu

ŞEHİT BİNBAŞI BEDİR KARABIYIK


  

4 Mart 1994 Sarıkamış. Piyade Binbaşı Bedir Karabıyık eşi ve annesine son mektubunu, diğer manası ile, vasiyetini yazmaktadır.

"Güzel Hanımcığım,

Şimdi ayrılık zamanıdır. Sen genç, oğulcuklarım çok küçüksünüz. Sizi mesut ve bahtıyar etmek için çok çalıştım. Çileli bir hayattı bu beraber yaşadık. Beni anlamışsınızdır. Göğsümün içindeki kafesine sığmıyordu. Çok dua aldım bu sebepten uzun ömür ve hayır ümidim vardır.

Fakat ben kefenimi hep üzerimde hissettim. Ecel gelirse sefa gelsin, onunla arkadaşım ben. Yeter ki son nefeste mümin olarak göçeyim. Hak vaki olur, inşallah şehit olurum. Sana ağlama demiyorum. Seven sevdiği için elbet ağlar. Müsterih ol. Haram lokma yemediniz. Yedirmedim. Bilmeden işlediklerimizi Allah affetsin.

Çocukları hoş tut, hep tatlı sözler söyle. Onlar Allah'ın izniyle hayırlı insan olurlar. Büyük oğlum hırçındır ama merhametlidir, küçük oğlum hem akıllı, hem iyi huyludur. İkisinde de siyasî zeka vardır. Devlet adamı olabilirler, o yöne yöneltmeye çalış. Benim dostlarım kimlerdiyse onlarla irtibatı kesmeyin. Ben senden razıyım, Allah da razı olsun. Allah cennet nasip ederse, seni de yanıma versin. İffet, namus ve hanımefendiliğinle her zaman bir yıldızdın. Güzel yüzünü, Allah nasip ederse tekrar görürüm Ama dünyada, ama ahrette.

Hakkınızı helâl edin.
Evin Babası Bedir

Canım anneciğim,

Her şeyimi ama her şeyimi sana borçluyum.

Anneciğim, dünyayı sevemedim. Tad da alamadım. Allah'ın emir ve rızasına aykırı her şey beni rahatsız etti. Elhasıl dünya bana küstü, ben de ona.

Bilmiyorum ama zannediyorum, senin dualarının bereketiyle ömrüm uzun olur. Eğer sen veya ben önce gidersek, önce giden kucağını açıp beklesin. Elbette kavuşacağız. Saçından bende bir tutam var. Onu yanımda taşıyorum. Ölürsem, Allah'ın izniyle bu kahramanca olacaktır. Saçının telleri yanımda kalsın. Sakın ağlama. Bil ki, göğsümde Kur'an var. Dudaklarım da son olarak Allah'ı zikretti.

Gönlün müsterih olsun. İbadetlerimi, zikirlerimi hep bağışladım, elimde bir şey kalmadı. Rabbimin huzuruna bomboş gidiyorum, onun gufranının kuşatacağını umuyorum.

Sana başka ne yazayım. Evvel gidene selam olsun.

Oğlun Bedir"

Binbaşı Bedir Karabıyık, bu mektubu yazdıktan tam bir ay sonra, 4 Nisan 1994 günü Sarıkamış'a bağlı Kızılçubuk Köyü'nde PKK hainlerinin kahpe pususu  ile şehit oldu. Şehit olduğunda Bedir Karabıyık'ın sağ üst cebinde bir Türk bayrağı, annesinin saç teli ve ufak bir Kur'an-ı Kerim vardı. 

Kaynak-Şehit Mektupları

ŞEHİT YÜZBAŞI MEHMET TEVFİK EFENDİ’NİN SON MEKTUBU


31 Mayıs 1915 Pazartesi. Yer; Ovacık yakınlarındaki ordugah.  Yüzbaşı Mehmet Tevfik, annesi ve babasına son mektubunu, diğer manası ile, vasiyetini yazmaktadır.

"Sevgili babacığım, valideciğim,

Arıburnu'nda ilk girdiğim müthiş muharebede sağ yanımdan ve pantolonumdan hain bir İngiliz kurşunu geçti. Hamd olsun kurtuldum. Fakat bundan sonra gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim olmadığından bir hatıra olsun diye şu satırları yazıyorum.

Hamdü senalar olsun Cenab-ı Hakk'a, beni bu rütbeye kadar ulaştırdı. Yine mukadderat-ı ilahiye olarak beni asker yaptı.

Siz de ebeveynim olmak dolayısıyla beni vatan ve millete hizmet etmek için nasıl yetiştirmek lazımsa öyle yetiştirdiniz. Sebeb-i feyzi refikim ve hayatım oldunuz.

Şimdiye kadar milletin bana verdiği parayı hak etmek zamanıdır. Vazife-i mukaddese-i vataniyeyi ifaya cehdediyorum. Rütbe-i şehadete erersem Cenab-ı Hakk'ın sevimli kulu olduğuma kanaat edeceğim. Asker olduğum için bu, her zaman bana pek yakındır.

Sevgili babacığım ve valideciğim,

Göz bebeğim olan zevcem Münevver ve oğlum Nezih'ciğimi evvele Cenab-ı Hakk'ın saniyen sizin himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında ne mümkün ise lütfen yapınız.

Oğlumun talim ve terbiyesine siz de refikamla birlikte lütfen sa'yediniz. Servetimizin olmadığı malumdur. Mümkün olandan fazla bir şeyi isteyemem, istesem de pek beyhudedir. Refikama hitaben yazdığım matuf mektubu lütfen kendi eline veriniz. Fakat çok müteessir olacaktır, o teessürü izale edecek vechile veriniz. Ağlayacak üzülecek tabi teselli ediniz. Mukadderat-ı ilahiye böyleymiş. Malumat ve düyunatım hakkında refikam mektubumda laf ettiğim deftere ehemmiyet veriniz. Münevver'in hafızasında ve yahut kendi defterinde mukayyet düyunat da doğrudur. Münevver'e yazdığım mektubum daha mufassaldır kendisinden sorunuz.

Sevgili baba ve valideciğim,
Belki bilmeyerek size karşı birçok kusurlarda bulunmuşumdur. Beni affediniz, hakkınızı helal ediniz, ruhumu şad ediniz, işlerimizi tavsiyesinde refikama muavenet ediniz ve muin olunuz.

Sevgili Hemşirem Lütfiyeciğim,
Bilirsiniz ki sizi çok severdim. Sizin için vesayemin yettiği nisbette ne yapmak lazımsa yapmak isterdim. Belki size karşı da kusur etmişimdir, beni affet, mukadderatı ilahiye böyle imiş hakkını helal et ruhumu şadet, yengeniz Münevver hanımla oğlum Nezih'e sen de yardım et, sizi de Cenab-ı Hakk'ın lütuf
ve himayesine tevdi ediyorum.

Ey akraba, dostlar ve yakınlar, cümlenize elveda, cümleniz hakkınızı helal ediniz.Benim tarafımdan cümlenize hakkım helal olsun. Elveda, elveda. Cümlenizi Cenâb-ı Hakk'a tevdi ve emanet ediyorum.

Ebediyen Allah'a ısmarladım. Sevgili Babacığım ve Valideciğim....

Oğlunuz Mehmet Tevfik"

Yüzbaşı Mehmet Tevfik, bu mektubu yazdıktan 2 hafta sonra şehit oldu.

Kaynak-Harp Tarihi

KORE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN MEHMET GÖNENÇ


22 Nisan'ı 23 Nisan'a bağlayan gece BM Kuvvetleri'nin en ileri noktasında bulunan 9. bölük mevzilerinde askerler Çinliler'e karşı tetikte bekliyorlardı. Bu askerler arasında Topçu Üsteğmen Mehmet Gönenç de vardı. O gece Çinliler'in korkunç taarruzu başlamış ve 9. bölük mevzileri işgal edilmişti. Tüm gece boyunca topçu ateşini idare eden Mehmet Gönenç'in bulunduğu tepe de Çinliler tarafından kuşatılmıştı. Türk askerinin kahramanca savunmasına rağmen Çinliler kıskacı daraltmışlar ve Türk birliğine ağır kayıplar verdirmişlerdi.

Topçu tabur karargahı uzun zamandır Mehmet Üsteğmen'den haber alamamanın verdiği tedirginlikle beklerken, birden alay topçu irtibat subayı Yüzbaşı Refik Soyut telsizde Mehmet Üsteğmen'in sesini duydu:

-"Düşman bulunduğumuz tepeyi işgal etti. Çok şehit verdik. Telsizcim şehit oldu. Koordinat veriyorum. Bataryalar ateş etsin."

Mehmet Gönenç'in verdiği koordinatları duyan irtibat subayı heyecanla:

-"Vermiş olduğunuz koordinatlar bulunduğunuz yerdir!"

Üsteğmen Gönenç:

-"Evet, öyle. Biz düşmana teslim olmak istemiyoruz. Bizi onlara teslim etmeyin. Vasiyetimiz budur. Bizi kendi ateşimizle şehit edin."

Bu sözler Mehmet Üsteğmen'in son sözleri olmuş ve telsiz bağlantısı kesilmişti. İrtibat subayı ne yapacağını bilemez halde topçu taburu karargahına koştu. Mesajı karargahtakilere iletti. Odada bulunan Tabur Komutanı Yarbay Tahsin Kurtay, muavini Binbaşı Ahsen Kaya, harekat subayı(S3) Binbaşı Şemsi Eralp ve 25. Tümen'de görevli topçu irtibat subayı Yüzbaşı Alaattin Haydaroğlu sessizce birbirlerine bakıyorlardı. Onlar da ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Çünkü tarih böyle birşey kaydetmemişti.

Kısa sürede kendilerine geldiler ve Üsteğmen Gönenç'in vasiyetini yerine getirmeye karar verdiler. 25. Tümen topçusuna da haber verildi ve Türk Tugayı'nın toplarıyla birlikte tüm tümen topçusu Üsteğmen Mehmet Gönenç'in bulunduğu yere ateş yağdırmaya başladılar.

Bu sırada telsiz konuşmasını bitirmiş olan Üsteğmen Mehmet Gönenç, telsizi bir kenara atmış ve tüfeğini kapmıştı. O gece orada bulunan ve sağ kurtulan bir askerin ifadesine göre silahını eline alan Üsteğmen Gönenç:

-"Yaşasın vatan! Yaşasın Millet! Vuruşun yiğitlerim!" diye bağırmış ve düşmanın üzerine atılmıştır.

 Bu sırada göğsüne isabet eden kör bir kurşunla şehit olmuştur. Bu esnada, ölmeden hemen önce canını hiçe sayarak kendi bulunduğu yere yönlendirdiği topçu ateşiyle düşman ağır zayiat vermiş ve geri çekilmiştir. Bu sayede birçok Mehmetçik o tepeden sağ çıkmıştır.

Mehmet Gönenç, o soğuk Kore gecesinde, vatanından 9000km uzakta, fedakarlık duygusunun vücuda gelmiş bir hali olarak ismini tarihe geçirmiştir.

Kaynak-Harp Tarihi

FAHREDDİN PAŞA (ÖMER FAHREDDİN TÜRKKAN)


1868 yılında Bulgaristan'ın Rusçuk şehrinde doğdu. 93 Harbinden sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Harp 0kulunu ve harp akademisini bitirdikten sonra 1891'de kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı ordusuna katıldı. Balkan Savaşında Çatalca savunmasında ve Edirne'nin geri alınışında görev aldı.

I. Dünya Savaşı başladığında 4. Orduya bağlı 12. kolordu komutanı olarak Musul'da bulunuyordu. 1915'te 4. Ordu komutan vekilliğine getirildi. bu bölgede iken hem tehcire tabi tutulan Ermenileri yerleştirme işiyle uğraştı, hem de Urfa, Zeytun, Musadağı ve Haçin Ermeni isyanlarını bastırdı.


1916'da 4. Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'ye gönderildi. Fahreddin Paşa elindeki kısıtlı imkânlara rağmen aldığı tedbirler sayesinde Medine'yi 2 yıl 7 ay savundu. Herhangi bir yağma ihtimaline karşı tedbir olarak, Medine'deki 30 parça Kutsal Emaneti 2000 askerin koruması altında İstanbul'a gönderdi. Medine'nin etrafı isyancıların eline geçmeye başlayınca İstanbul'daki Hükümet, Medine'nin boşaltılmasını istedi. Fahreddin Paşa 'Peygamberin kabrinin bulunduğu Medine'deki Türk Bayrağını kendi elimle indiremem' diyerek şehirden ayrılmayı kabul etmedi.

Bir süre sonra Medine'nin etrafı tamamen kuşatıldı. Türk orduları kuzeye doğru geri çekilmeye başladı. Etrafındaki Türk birlikleriyle irtibatı tamamen kesilen Fahreddin Paşa şehri savunmaya devam etti.

30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesini imzalayarak I. Dünya Savaşından çekildi. Mütarekenin 16. maddesine göre Fahreddin Paşa'nın teslim olması gerekiyordu. Kendisine Mondros Mütarekesini tebliğ için İstanbul'dan gönderilen yüzbaşıyı hapsettirdi. Medine'ye en yakın Osmanlı birliği 1300 km uzakta olmasına rağmen Mondros Mütarekesinden sonra da teslim olmadı ve şehri savunmaya devam etti.

Osmanlı devletinin teslim olmasında sonra 72 gün daha Medine’yi savunmaya devam eden Fahreddin Paşa yiyecek, ilaç ve cephanenin bitmesinden sonra kendi askerleri tarafından etkisiz hale getirildi ve şehir 13 Ocak 1919'da teslim oldu. Böylece Medine'de 400 seneden beri süren Türk hakimiyeti sona erdi.

İngilizler tarafından Türk Kaplanı ismi verilen Fahreddin Paşa, savaş esiri olarak önce Mısır'a daha sonra da Malta'ya gönderildi.

8 Nisan 1921'de Malta'da kurtulduktan sonra Milli Mücadele’ye katılmak üzere Ankara'ya geldi. 9 Kasım 1921'de TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliğine tayin edildi. 1936'da Tümgeneral rütbesi ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekliye ayrılan Fahreddin Paşa, 1948'de İstanbul'da vefat etti.

Kaynak-Osmanlı Tarihinden Kesitler

NE İŞİ VARMIŞ


Cumhuriyet'in ilânından sonraki ilk yıldönümü ve İstanbul Dolmabahçe Sarayında  bir resepsiyon veriliyor. Türkiye deki bütün yabancı  elçiler ve ataşeler  davet edilmiş.

İngiliz ataşesi olan binbaşının  bakışları Mustafa Kemal'in gözünden kaçmıyor. Resepsiyon boyunca kendisine dik, dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.
Nedenini öğrenmek için yaverini gönderir. Yaver  binbaşının yanına gider ve döndüğünde Mustafa Kemal'e şöyle der:

-“Paşam kendisine neden ters, ters baktığını sordum, o da bana,  ‘üzgün olduğunu Çanakkale'de sizin karşı cephenizde babasını öldüğünü’ söyledi.

 Mustafa Kemal  bunun üzerine:

-“Git sor bakalım babasının Çanakkale’de ne işi varmış?” Der.

3 Temmuz 2011 Pazar

3 TEMMUZ 1919 Atatürk'ün Erzurum'a Gelişi

Bugün Mustafa Kemal  teşriflerinin yıl dönümüdür. 92 yıl önce bugün, 3 Temmuz 1919'da Erzurum'a ayak basan Atatürk; Milli Mücadeleyi 23 Temmuz 1919 tarihinde topladığı "Erzurum Kongresi" ile burada başlattı.

Fazıl Hüsnü Dağlarca o günleri şöyle anlatıyor.

Yürüdük Erzurum'a doğru
Birkaç tüfek beraber.
Kartallar dolaştı al doruklardan
Kondu cana.

90'lık ihtiyarlar vardı
19 yaşa değer
Kolları rüzgar gibiydi vallah
Bakışları benzerdi ummana .

Palandöğencek ışıldar idi,
Paslanmış bir hançer.
Çıktı bir hançer,dadaş, tarihten
Alana.

Ana vatan duyulurdu sonsuz,
Havada yapı, havada mermer;
Aziziye tabyasından, Ana ana.

Kimi bebesinden geçmiş
Kimi gayrı ot yer
Kiminin kopmuş ayağı 1328'de.
Adımını verir sana.

Bir toplandık bütün gönüllercek
Kişi kişiden er.
Ayırt edilmezdi kaya, öküz, oğul,
At,kız,torun, dana.

Katılırdı soru taşın
Katılırdı toprağın içindeki fer.
Döküle döküle bulut
Felek dolana dolana.

Bir kongre ettik ki,
Çok ağrıdı düşünceler.
Düşüncelerin açışından
Alınlar boyandı kana.

Söyler ahını memleketin
Söyler.
Erzurum,
Dağcana.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA