21 Temmuz 2015 Salı

BİYOGRAFİ ÇALIŞMALARI


Zamanının ünlü biyografi üstadı alman Emil Ludwig 1934’de Atatürk’ün hayatını yazmak için Ankara’ya gelmişti. Eserleri arasında geçmişin ve yaşanılan devrin iz bırakmış nice şahsiyeti vardı.

O günlerde Polonya Cumhurbaşkanı, çok ünlü bir piyanist, bir virtüöz olan Ignas Jan Paderavsky’nin hayatını yazıyordu. Mustafa Kemal kendisini kabul ettiğinde, önce bedeni hususiyetlerini uzun uzun tetkik etmesi genel sekreteri Hikmet Bayur’un dikkatini çekmişti. Nitekim soyu sopu üzerinde bilgiler edindikten sonra Hikmet Bayur’a Ata’nın musiki ve bilhassa keman-piyano ile meşgul olup olmadığını sormuş Bayur’un bu soru üzerine şaşkınlığını görünce şu açıklamayı yapmıştı:

-“İzah edeyim. Atatürk’ün parmakları daha çok bu müzik aletleriyle meşgul olanların bariz hususiyetleridir. Mesela Paderavsky’ninki böyledir. Size rica edeceğim. Bana bir elinin parmaklarını bir kağıda çizer, verir misiniz?”

Atatürk, bu isteğe tebessüm etmiş, daima nazik ev sahibi olarak arzuyu yerine getirmiş, fakat tarihçinin yanlış hüküm vermemesi için şu açıklamayı yapmıştı:

- “Bana ailemde zafer kazanmış büyük kumandanlar olup olmadığını sormuştunuz. Size yoktur cevabını vermiştim. Şimdi parmaklarımı ömrü savaş meydanlarında geçmiş bir askerde yadırgadığınızı seziyor gibiyim. Size kestirmeden bir açıklama yapacağım. Eğer, bende bazı fevkaladelikler görüyor ve buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız. Bu ülkenin bütün insanları temelde benzer yapı içindedir. Hatta kusurlarımızda bile... Biz bu aynı kaynağın kök sağlamlığı ile milliyet ve devlet yapısını muhafaza edebilmiş müstesna milletiz. Sadece ben değil, tarihte bu büyük millete sahalarında hizmet edebilmişler varsa, hepsinin ilham kaynağı aynıdır”

Kaynak:Cemal Kutay "Atatürk Olmasaydı"

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ


Erzurum'da Kongre üyelerinin dinlenmesi için hazırlanmış olan çadırlardan birinde bir kaç arkadaş hem çay, kahve içiyor, hem de o günkü ajans haberlerini okuyorduk. Mustafa Kemal Paşa oturum aralarında toplanan bu sohbet gruplarına katılarak üyelerle konuşurdu. Bu şekilde hem üyelerle daha yakından tanışıyor, hem de gelecek oturumlarda konuşulacak işler üzerinde sezdirmeden telkinler yapıyordu. O gün Paşa, bizim sohbet grubumuza geldi. Ajansta, Erzurum'a vali olarak yeni atanmış olan ve bir kaç gün önce sarayda padişah tarafından kabul edilerek kendisine direktif verilen Reşit Paşanın İstanbul’dan hareket ettiği yazılıyordu. Bu haber Mustafa Kemal Paşa’yı düşündürdü. Biraz sonra oradaki arkadaşlara, Reşit Paşa’yı tanıyıp tanımadıklarını ve nasıl bir adam olduğunu sordu. Yeni valiyi içimizden yalnız Süleyman Necati tanıyordu. Reşit Paşa’nın 1328’de Erzurum’da bulunduğunu ve o zaman bile tükenmiş bir ihtiyar olduğunu söyleyerek, Paşa’dan niçin merak ettiğini öğrenmek istedi.

Mustafa Kemal Paşa kısaca, “Eğer işimize zarar verecek bir adamsa, Trabzon’dan İstanbul’a iade edelim, başımıza iş açmasın” dedi.

Bu sohbet grubu arasında bulunan, eski teşkilatı mahsusa çeteciliğinden ve mollalığından kinaye olarak “Piyerlermit” lakabını taşıyan Rize üyesi Hoca Necati atılarak “Paşam üzülmeyin, icap ederse Kop dağında temizlenir” dedi. Mustafa Kemal Paşa, acı bir infialle, “Hocam ne diyorsun, kutta-i tariklik ederek (yol keserek, haydutluk ederek) adam mı vurduracağız. Bu memlekette hükümsüz vatandaş öldürülmez. Vatandaş ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır. Devlet adamının böyle düşünmesi lazımdır” cevabını verdi. Bu sözler benim üzerimde unutulmaz bir etki bırakmıştı. Çünkü yeni bir anlayışın müjdecisi idi: İnsan hayatına, dokunulmaz en yüksek değer biçiyor, vatandaş hayatına saygıyı, en büyük görev sayıyordu

Mustafa Kemal Paşa, ömrü oldukça bu düşünceye sadık kaldı. Zamanında hükümsüz bir vatandaş cezalandırılmadı. En keskin muhaliflerine sordum. Hiç birisi, bunun aksine bana bir tek inandırıcı örnek gösteremediler. Modern devlet adamı demek, bu demektir.

Kaynak:Cevat Dursunoğlu

ŞARAPNEL PARÇASI


Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım.Elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti.Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Beni, kalbimin üzerindeki cebimde bulunan saat korumuştu.

O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı çarpıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumda, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen koyu bir leke bırakmıştı.