15 Eylül 2015 Salı

KIRK PARA

Bir gün Türk Hava Kurumu’nun Genel Yönetim Kurulu toplantısında Başbakan İsmet İnönü hesaplarda eksik çıkan kırk paranın (bir kuruş) hesabını sorar ve saatlerce araştırma yaptırarak olayı çözer. Bunun yorgunluğu ile geldiği köşkte olayı Atatürk’e anlatır. ‘Haklısın. Kırk para günün birinde kırk lira, kırk lirada dört yüz lira olur. Bu da giderek büyür halkın ağzında. Böyle kuruluşlara olan güveni sarsar. Biz Cumhuriyeti kurarken böyle kırk paralara çok ihtiyacımız oldu’ sözleri ile İnönü’ye hak verir.

ATATÜRK VE ATI


Çanakkale ve Kurtuluş savaşında birlikte oldukları atı hastalanmış ve artık hiçbir umut olmadığı söylenmiştir Mustafa Kemal Atatürk’e.

Atının yanına gelerek, cebinden çıkardığı mendili ile atının ağzındaki köpükleri siler, başını ve boynunu okşar. Veteriner Atatürk'e bir silah uzatarak atının daha fazla acı çekmesine izin vermemesi gerektiğini söyler. Atatürk silahı doğrultur, birkaç saniye bekler ve gözlerinden yağmurdan beter yaşlar boşalmaya başlar:

-“Alın! Alın götürün hayvanı buradan. Çok uzaklara götürün. Açı çekmeden ölmesini temin edin. Gerekirse iğne yaptırın. Uyutun, öyle vurun. Ben düşmanlarımı bile böyle vurmamışımdır. Bana bunu yaptırmayın” diyerek uzaklaşır.

ÖĞRETMENLERE SAYGI DUYMAYA MECBURUZ

Atatürk’ün manevi kızları, Sabiha, Rukiye ve Zehra Çankaya'da köşkün bahçesindeki ilkokula giderler, akşamları Atatürk’ün yaptığı sınavlarda üçü de hiçbir soruya doğru yanıt veremez. Atatürk yaptığı kısa araştırmada, derste sıkılan kızları bahçeye oynamaya çıkaran öğretmenin buna neden olduğunu anlar, okulun öğretmenini değiştirir. Yeni öğretmen disiplinlidir, ders ve ödevler hiç bitmez. Kızlar her ne kadar akşamları Atatürk’ün yaptığı sınavlarda artık tüm soruları biliyor olsalar da mutlu değillerdir ve eski öğretmenlerinin, onunla birlikte de rahat öğrencilik günlerinin geri gelmesini isterler. En sonunda Sabiha ve Zehra, öğretmenlerine isyan bayrağı açar, hiçbir ödevi artık yapmayacaklarını söylerler. Ancak öğretmenleri;

-"Bu millet sizi okutabilmek için nelere katlanıyor biliyor musunuz? Şunlara bakın hele! Savaş görmüş bir milletin çocuklarına benziyorlar mı? Derhal okulu terk edeceksiniz. Ve bir daha da buraya ayak basmayacaksınız"diyerek kızları okuldan kovar.

Kızlar iki gözleri iki çeşme Atatürk’ün yanına gelir ve yaşadıklarını anlatırlar. Atatürk;

-"Çok fena bir şey yapmışsınız! Bu hareketinizi hiçbir zaman affetmeyeceğim. Öğretmene karşı gelinmeyeceğini, gelinemeyeceğini öğrenmelisiniz!" sözleri ile kızlarını payladıktan sonra yaverine döner:

-“Şimdi hemen okula git. Öğretmenlerine tarafımdan teşekkür et. Bize kendisi gibi gerçek eğitimcilerin lazım olduğunu söyle, kızları da birlikte götür. Öğretmenlerinin ellerini öperek af dilesinler. Lütfen derslere aynı tempo ve ciddiyetle devam etsin. Öğretmenlik kutsal bir meslektir. Bu meslek sahiplerine saygı duymaya mecburuz. Kim olursak olalım mecburuz” der.

3 Eylül 2015 Perşembe

2 Eylül 2015 Çarşamba

SAKARYA SAVAŞI'NDAN DÖNÜŞ


Sakarya Meydan Savaşı Türk Ordularının zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönmektedir. Yirmi gün büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, muzaffer Başkomutan için bir karşılama töreni düzenlerler.

Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükümet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, Gazi geçtikçe alkış tutup arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerlemektedir.

Meclis binasının önüne gelindiğinde Gazi alayın başında bulunanların yukarıya doğru yol almakta olduğunu fark eder! Meğer bu tören şöyle düzenlenmişti: Toplu olarak Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun maneviyatının yardımıyla(!) kazanılan bu büyük zafer için dua edilecek, sonra Meclis'e dönülerek nutuklar okunacaktır.

Gazi:''Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! '' deyip doğruca Meclis binasına sapar.

Atatürk yıllar sonra bu olayı şöyle tasvir eder: ''Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilir.Ama ben yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların ''maneviyatı'' olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum!”