14 Haziran 2015 Pazar

SEFİRE YOL GÖSTERİN

Fransa’nın ünlü sözlüğü Larousse’un 1931 baskısında,  décapiter (kazığa oturtmak) sözcüğüne örnek verilirken. "Türkler bugün bile esirlerini kazığa oturturlar." Cümlesinin kullanıldığı duyuluyor.

Atatürk bunu öğrenince Fransız büyükelçisini yemeğe davet ediyor.  Elçi köşke geliyor, yemekler yeniyor.  Yemekten sonra Fransızca  lisanı hakkında konuşulurken, Atatürk  Larousse’u getirtip elçinin önüne koyuyor ve tabii bir şekilde elçiye bu kelimenin anlamını soruyor. Büyükelçi bildiğini anlatıyor.

Atatürk;

-  "Kelimenin başka bir anlamı var mı?" diye sorunca,

Büyükelçi Larousse’u açarak kelimeyi buluyor ve  işin nereye kadar gideceğinin farkında olmadan hevesle okumaya başlıyor. Ancak kelimenin karşısında kazığa oturtmak konusunda verilen örnek cümleye gelince ancak yarıya kadar okuyabiliyor ve yarısından sonra yutkunarak Atatürk' ün yüzüne bakıyor.

Atatürk;

-"Demek ki biz Türkler bugün de esirlerlerimizi kazığa oturtuyoruz öyle mi, öyle mi sayın sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız , bu doğru mu?”

Sefir hemen sözlüğü biraz karıştırıyor ve bir kaçamak noktası bularak diyor ki:

-"Efendim bu sözlük Katolik Kilisesi'nin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok.  Bizi ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız."

Atatürk:

-"Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere karışamıyorsunuz.
Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul'daki kiliselerin kapılarına koca birer kilit astırıyorum" diyor.

Bunu duyan sefir birden ayağa kalkıyor;

-"Ekselans, protesto ederiz " diyor.

 Atatürk;

-"Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz?" diyor ve ilgililere dönerek:
"Sefire yolu gösterin" diyerek bir anlamda onu kovuyor.

Fransa’da  hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor.

Kaynak- Atatürk’ün Sofraları

CUMHURİYET SAVCISI


Atatürk tarafından "Hukuk Reformu yapmakla"  görevlendirilen Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt,  taslağında savcılar için "Cumhuriyet Savcısı"  unvanı kullanır. Atatürk’ünde  katıldığı  "Hukuk Reformu" toplantısında, Mahmut Esat Bozkurt kullandığı Cumhuriyet Savcısı terimi nedeniyle çok tepki alır ve sıkıştırılır:

"Neden sadece savcılara Cumhuriyet Savcısı deniliyor da? Cumhuriyet Başbakanı,  Cumhuriyet Bakanı, Cumhuriyet Müsteşarı,  Cumhuriyet Valisi,  Cumhuriyet Büyükelçisi denmiyor! Neden yalnızca  Cumhuriyet Savcısı? Savcılara neden bu imtiyaz? 

Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a;

- "Ne diyorsun?" diye sorar.

Mahmut Esat Bozkurt'un cevabı çok net olur;

-"Çünkü öyle zaman olur ki, cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısı'dır."

Kaynak- Mahmut Esat Bozkurt Anıları

KENDİSİ İLE İLGİLİ BİR DAVADA TUTUMU


Yıl 1935, Urfa Milletvekili Ali Saip, Atatürk'e suikast iddiasıyla yargılanır. Adalet Bakanı Şükrü Saracoğlu'dur; her duruşmadan sonra Cumhuriyet Başsavcısı Baha Arıkan'la birlikte Çankaya'ya çıkar, davanın gidişini ve duruşmayı anlatır. Atatürk her sefer "Meslek görevin neyi emrediyorsa onu yaparsın!" der.

Bir gün Atatürk, Başsavcı Baha Arıkan'ı çağırır ve doğrudan sorar:

-"Ali Saip davasının sonu ne olacak?"

Başsavcı;

-"Mahkemenin kararını beklemek gerek" der demez,

Atatürk  sinirlenir:

-"Mahkemenin kararı ne demek? Mahkemeni de kapatırım, hâkimleri de atarım, seni de atarım!"

Herkes gibi savcı da heyecanlanır, karşısında Atatürk vardır, ama bilir ki  Gazi’nin karşısında doğru konuşulacaktır, doğrusu ne ise o söylenecektir, ayağa kalkar;

-"Mahkemeyi de kapatabilirsiniz, hâkimleri de, beni de atarsınız, ama adınız tarihe Mustafa Kemal olarak geçmez."

Atatürk'ün gözleri yaşarmıştır;

-"Çocuk, ben de senden bunu bekliyordum."

Dava sonuçlanır, Ali Saip beraat eder.

Kaynak-Hasan Pulur
24.05.2008

Milliyet

ATATÜRK VE KUR’AN BİLGİSİ


1926 Yılında, Trabzon'un Kavaklı Meydanı Ortaokulu, birinci sınıfının kapısı açılır ve Atatürk Trabzon’un ünlü din adamlarından Tevfik Hoca ile sınıfa girer. Dersin konusu "Sireti Nebi ve Kur’an’dır.  Atatürk bir öğrencinin Kuran okumasını ister. Bu görev, daha sonra öğretmen olacak olan Hakkı Okan'a düşer.  Atatürk dinler ve okunan suredeki "Semibasir" sözcüğünün "tecvit"teki anlamını sorar. Sonra dersi veren hoca'ya dönerek. "İnşirah Suresi"ni okumasını ve yorumlanmasını rica eder. Sureyi okuyan hoca, sıra yoruma geldiğinde ezilip büzülür;

-“Yanımda meal  yok.” Der.

Atatürk'ün kaşları çatılır.

-"Birkaç satırlık bir sureyi yorumlamak için, meale ne gerek var" der.

Atatürk sureyi "tecvit" kurallarına uyarak kendisi okur. Herkesin anladığı Türkçe sözcüklerle yorumlar.
Ve Vasıf Hoca'ya, bir yanlışlık yapıp yapmadığını sorar.

Hoca mutlu ve hayran cevap verir:

- “Siz Tanrı'nın ulusumuza armağan ettiği eşsiz bir öndersiniz.”


Kaynak-Hakkı Okan