31 Ocak 2016 Pazar

KUVAYİ MİLLİYE


Birinci Dünya Savaşından sonra memleket işgal edilmiş, ordu dağılmış, elde bir şey kalmamış durumdaydı.Yabancılar artık Türkiye’nin tarihe karıştığını iddia ediyor, memleket üzerinde pazarlıklar yapıyorlardı. İşte bu sırada Atatürk Samsun’a çıkmış, Erzurum ve Sivas Kongresi’ni topluyor, “Kuvayı Milliye”nin oluşmasına çalışıyordu. Bu durum karşısında etrafındakilerden umutsuzluk içinde olan birisi, bir gün Mustafa Kemal’e:

-" Paşam, dedi, memleket işgal edilmiş, ordu tümüyle dağılmış, büyük devletler bizim sonumuzu görüşüyorlar. Galip devletlerin kuvvetli orduları ve donanmaları karşısında kurmak istediğiniz “Kuvayı Milliye” neye yarar?"

Mustafa Kemal gayet sakin şu cevabı verdi:

- "Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer. Namusunu koruması için, herhangi bir ümidi kalmadığı zamanda hiç değilse intihara yarar."

Kaynak:Hadi BESLEYİCİ 

30 Ocak 2016 Cumartesi

BU GENERAL KİMDİR?



Büyük Taarruz esnasında Gazi’nin yanında bulunan arkadaşlar, Yunan Kuvvetleri Komutanı General Trikopis’in Başkomutan Çadırı’na nasıl getirildiğini şöyle anlattılar:;

Trikopis, diğer esir kolordu ve tümen komutanları ile birlikte Gazi’nin huzuruna çıkarıldıkları zaman, hepsi çok heyecanlı ve bitkin halde imişler. Gazi, bunları oturtmuş, kendilerini teselli için bu gibi yenilgilerin tarihte örnekleri olduğunu, sevk ve idareyi eksiksiz yapmış iseler vicdanen rahat olabileceklerini söylediği zaman, 

Trikopis;

- "Askeri görevimi tamamen yaptığıma eminim. Fakat asıl görevimi maalesef yapamadım” diye intihar edemediğini anlatmak ister.

Gazi;

-"Üzülmeyin generalim,' dedi. 'Siz görevinizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte yenilmek de vardır. Napolyon da savaş kaybetmiş, tutsak olmuştu. Burada kendinizi tutsak durumda saymamanızı rica ederim. Konuğumuzsunuz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, istirahat edin."

Bu görüşmeler olurken esir komutan yavaşça yanında bulunan subaylarımızdan birine;

- "Bizim ile konuşan bu general kimdir?" diye sormuş, subay:

- "Başkomutan Mustafa Kemal," deyince adam hayrete düşmüş:

- "Şimdi anladım biz niçin mağlup olduk! Bizim Başkomutan İzmir’de vapurda oturuyordu", diyerek derdini dökmüş.

Kaynak:Em.Tümg. Muzaffer ERENDİL 

28 Ocak 2016 Perşembe

TÜRK MİLLETİ'Nİ İLERLETMEK


“Evvelâ kafaları ve vicdanları, köhne, geri, uyuşturucu fikir ve inançlardan temizleyeceksin; işlerinin ehli, idealist ve enerjik insanlardan mürekkep, muntazam, her parçası yerli yerinde, modern bir devlet makinesi kuracaksın, sonra bu makine halkın başında ve halkla beraber durmadan çalışacak, maddi ve manevi her türlü istidat ve kaynaklarımızı faaliyete geçirecek, işletecek, böylece memleket ileriye, refaha doğru yol alacak.. Başka çaremiz yoktur, ileri milletler seviyesine erişmek işini bir yılda, beş yılda, hatta bir nesilde tamamlamak da imkansızdır Biz şimdi o yol üzerindeyiz. Kafileyi hedefe doğru yürütmek için beşer takatinin üstünde bir gayret sarf ediyoruz. Başka ne yapabiliriz ki?...”

Mustafa Kemal ATATÜRK

Kaynak: Hasan Rıza Soyak

26 Ocak 2016 Salı

ATATÜRK VE KİTAP


Atatürk'ün genel sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak anlatıyor:

Bir İstanbul seyahatinden Ankara'ya dönüyordum. Derhal Köşk'e gittim.  Atatürk'ün ne durumda olduğunu sordum. 

-"İki gün, iki gecedir devamlı okuyor, birkaç defa banyo yaptı ve şezlongda istirahat etti" dediler. 

Hemen yatak odasına gittim. Atatürk, koltuğa bağdaş kurmuş oturuyordu. Çoğu kez böyle otururdu. Elinde bir tarih kitabı vardı, bitirmeye çalışıyordu. Bana, 

-"Hoş geldin" dedikten sonra, "elime bir kitap geçti, bilmem ne zamandan beri okuyorum" diye ilave etti. 

-"Yorulmadınız mı, Paşam?" diye sordum. 

-"Hayır" dedi, "yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Biraz tülbent aldırttım ve parça parça kestirttim. Bu parçalarla gözlerimi siliyorum."


Kaynak: Niyazi Ahmet BANOĞLU

25 Ocak 2016 Pazartesi

KAHRAMAN "KAHRAMANMARAŞLI"



Bayraksız namaz kılınmaz!

27 Kasım 1919 gecesi Ermenilerin ileri gelenlerinden Hırlakyan’ın evinde işgal komutanının şerefine bir balo tertiplenir. Baloda komutanın dansa davet ettiği genç ermeni kızı;

- “Sizinle dans etmekten mazurum. Çünkü kendimi esarette hissediyorum. Kalede Türk Bayrağı dalgalandığı sürece, sizinle dans edemem!” diyerek teklifini reddeder. 

Bunun üzerine askerlerine derhal emir veren komutan, kaledeki Türk bayrağını indirtir. 28 Kasım 1919 Cuma günü Maraş’ın kara sabahıdır. Yatağından kalkan Maraşlılar, asırlardan beri Kale burcunda dalgalanan şanlı bayraklarını göremezler. Bu olay şehri infiale sürükler. Savcı-Avukat Mehmet Ali Kısakürek derhal kaleme sarılarak  “Alem-i İslam’a Hitap” beyannamesini yazarak şehrin muhtelif yerlerine dağıttırır. Halkı, bayrağın indirilmesine tepki göstermeye davet eder.

Bir milletinin istiklaline son verilmesi anlamına gelen bayrağının indirilmesi karşısında Maraşlılar sessiz kalmazlar ve cuma namazı vakti Ulu Camii’de halk toplanır. Ezan okunduktan sonra, camide toplanan halk “Bayraksız namaz kılınmaz” diye bağırır. O esnada cami imamı “Aziz cemaat, kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir millet hürriyetini kaybetmiş sayılır, hürriyet olmayan bir yerde cuma namazı kılmak caiz değildir” der. Dağıtılan beyannamenin doğru olduğunu tastik eder. Bunun üzerine Maraşlılar topluca kaleye hücum ederek, indirilen bayrağı yeniden kale burçlarına diker ve cuma namazı orada eda edilir.

TÜRK ULUSU



Milli Mücadele öncesi General Harburg Sivas’ta Mustafa Kemal ile görüşürken der ki:

-"Türk Tarihini okudum. Milletiniz büyük kumandanlar yetiştirmiş, büyük ordular hazırlamıştır. Bunları yapan millet elbet bir medeniyet sahibi olmalıdır. Takdir ederim. Ama bugünkü duruma bakalım. Başta Almanya, müttefiklerinizle dört yıl harp ettiniz, yenildiniz. Dördünüz bir arada yapamadığınız şeyi, bu durumda tek başınıza yapmayı nasıl düşünüyorsunuz?"

Mustafa Kemal generale:

-”Teşekkür ederim” der. “Tarihimizi okumuş bizi öğrenmişsiniz. Fakat şunu bilmenizi isterim ki biz emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş yavaş aşağılık bir ölüme mahkum olmaktansa babalarımızın oğulları olarak vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ediyoruz.”

General ve arkadaşları sessizce ayağa kalkarlar:

-"Biz de olsak böyle yapardık." derler.

Kaynak: Falih Rıfkı Atay, Çankaya

22 Ocak 2016 Cuma

MERHABA ASKER


1909 yılında Beşinci kolordu kurmay başkanlığına katılan Yüzbaşı Mustafa Kemal, Selanik’teydi. 38. Merkez Alayı Kumandanı Albay Saadettin Bey tedavi için İstanbul’a gitmek üzere izin aldı.

Saadettin Bey’in, yerine kimi bırakacağını herkes merak ediyordu.Sonradan Saadettin Bey’i Kolağası Mustafa Kemal’in temsil edeceğini öğrendik. Şaşırdık. Çünkü Mustafa Kemal henüz kıdemli bir yüzbaşıydı,kendinden daha üst rütbede olanlar vardı. Büyük rütbeli subayların şaşkınlıkları çabuk geçti. Mustafa Kemal, bütün subaylara kendini sevdirmişti. Kenti gezerken, halka karşı davrabışlarına tanık olanlar, kendisine hayranlık duyuyorlardı.Şimdi, onun böyle görevde ne yapacağı merak ediyorduk.

Alayın Mustafa Kemal tarafından teslim alındığı günü, belki de tarihimizde önemli bir dönüm noktası olarak kabul etmemiz doğru olur. Ogün Mustafa Kemal alayı selamlamaya beyaz bir atın üzerinde gelmişti. Bütün gözler ondaydı. Alay’ın önüne gelince selam durumuna geçti, sonra hızla atından yere atladı. Yürüyerek askeri selamlayacaktı. ”Selamün aleyküm asker! ” demesini bekliyorduk. Ama hiç beklemediğimiz bir şey oldu; Mustafa Kemal:

-”Merhaba asker!” dedi.

Bu, ilk kez karşılaşılan bir durumdu. Askerler nasıl yanıt vereceklerini bilmiyordu. Birkaç saniyelik sessizliği İstanbullu askerler bozdular:

-”Merhaba Bey’im…”

Ordu ilk kez bir kumandanından, ”Merhaba Asker” selamını almıştı.

Kaynak:Ziya Kılıç

UYARI


Erzurum’dan kongre için Sivas’a gelindiğinde, Mustafa Kemal’e karargah olarak, Sivas Lisesini hazırlamışlardı. Paşa, kendisine hazırlanan odaya girince, karyolanın arkasında bulunan sarı satırlı atlas yastık gözüne ilişti. Yastığın üzerinde, koyu renk bir ibrişimle işlenmiş şu beyit vardı:

"Cihanın cahına mağrur olup incitme insanı.
Süleyman-ı zaman olsan bırakırsın bu eyvanı"

( Dünyanın şaşasıyla gururlanıp incitme insanıları)
(Zamanın Süleymanı da olsan bırakırsın bu dünyayı)

Atatürk, yazıyı okuduktan sonra durdu. Mazhar Müfit Bey’i çağırttı. Beyti ona okuttu.

Mazhar Müfit:

-”Paşa’m, bu sizin için yazılmış değil.” deyince,

Atatürk:

-”Bu uyarı hepimiz için ve her şey için bir prensip olmalıdır.” cevabını verdi.

Kaynak: Muzaffer Kılıç

11 Ocak 2016 Pazartesi

ATATÜRK SİVAS LİSESİNDE

Atatürk 1937 yılında, Sivas Kongresi'nin yapıldığı Sivas Lisesi'ni ziyarete gider. Daha sonra, o zamanki adıyla hendese olan geometri dersinin yapıldığı bir sınıfa girer ve sınıfın uzun boylu çocuğunun yanına oturur. O sırada öğretmen, tahtada üçgenleri anlatıyor ve zaviyeden bahsediyordur. Atatürk, arka sıradan müdahale ederek der ki; 

-"Zaviye değil", bu sırada başparmağı ile işaret parmağını açarak "bakın açıldı" ve “buna açı denir, bundan sonra zaviye değil açı diyeceksiniz" der.

Daha sonra Atatürk, tahtaya Ayşe isminde bir öğrenciyi, geometri problemi çözmek için kaldırır. Öğrenci, Arapça kelimelerden oluşan terimleri söylerken çok bunalmakta ve yanlış söylemektedir.
Atatürk duruma tekrar müdahale eder;

- "Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle öğrencilere bilgi verilemez, dersler yeni terimlerle Türkçe olarak anlatılmalıdır."

Kaynak: Dr. Fevzi Birer 

10 Ocak 2016 Pazar

MUSTAFA İHSAN DENİZAŞAN (1903-1989)


Mustafa İhsan Denizaşan; 1903 yılında İstanbul’da doğdu, İstanbul Sanayi Mektebini bitirdi. Kendi yaptığı ve Ankara ismini verdiği 4 metrelik teknesiyle 1932-1936 yılları arasında Marmara, Ege, Akdeniz ve Atlantik’te liman,  liman dolaşarak  4 yıl müddetle tek başına Türk Bayrağını dalgalandırdı.


1937 yılında soyadı kanunu le Denizaşan soyadını alan Mustafa İhsan Denizaşan; seyahatinden dönüşte  1936-1962 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Taşkızak Tersanesinde çalışarak emekli oldu ve 1989 yılında vefat etti. 

7 Ocak 2016 Perşembe

VATAN ELDEN GİDERSE

Atatürk, Kurtuluş Savaşı için Anadolu’ya geçtikten ve Erzurum Kongresini yaptıktan sonra Sivas’a dönmüş, orada ikinci kongreyi açmıştı. Bu sırada lise binasında yatıyor; toplantılar yapıyordu. En basit ihtiyaçlarını bile temin edecek halde değildi; bazı geceler sabahlara kadar küçük petrol lambasının cılız ışığında çalışıyordu. Bir aralık lise binasına baskın yapılacağı ve Atatürk’ün yakalanıp asılacağı hakkında şehirde haberler dolaşmaya başladı. Atatürk’ün hizmetini basit fakat temiz ruhlu, fedakar bir Türk genci yapıyordu. Bu delikanlının babası gizli ve sık sık geliyor; oğluna:

- "Etme, eyleme; evine dön; bugün yarın şehir basılacak; Mustafa Kemal ve arkadaşları yakalanacak. Onlar her şeyi göze almışlar; sen aileni düşün," diyordu.

Atatürk bu geliş gidişin farkına vardı; bir gün delikanlıyı yanına çağırdı ve sordu:

- "Sık sık sana gelen kimdir?"

-" Babam!"

- "Ne istiyor?"

Delikanlı her şeyi anlattı. O zaman Atatürk, ona doğru biraz daha ilerledi; elini omuzuna koydu ve dedi ki:

- "Hizmetinden memnunum, fakat baba hakkı büyüktür. Madem ki razı olmuyor, git! Git, fakat babana söyle ki, vatan elden giderse evladın ne önemi kalır?"


Kaynak:N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.87-88