10 Ağustos 2016 Çarşamba

ÜLKEMİZDE GÜL


Atatürk Orman Çiftlikteki yoğun çalışmalar birkaç yıl sonra meyvelerini vermeye başlamıştı. Gayet sağlıklı şekilde yapılan pastörize süt, yoğurt, peynir, tereyağı ve çok kaliteli sağlıklı yetiştirilen sebze ve meyveler halkın istifadesine açılmıştı. Ankara Belediyesi bu ürünleri satmak için şehirde iki mağaza açmış ve çok ucuz fiyatlara satış yapmaya başlamıştı.

Ağaçtan yoksun Ankara bu çalışmalarla yeşile bürünüyor ve halkın bütün fidan, tohum ihtiyacı en kaliteli seviyede buradan karşılanıyordu. Ülkemizde, eskiden gül denilince, Isparta, Burdur, Denizli yöresinde yetişen ve bugün sadece yağı için yetiştirilen pembe güller anlaşılırdı. Diğer renkli güllerin hiçbirisini halkımız tanımazdı. Atatürk, Orman Çiftliği’ni kurdururken bir de gül fidanlığı kurulmasını istemiş ve Avrupa’da gördüğü renkli güllerin burada üretilmesini emretmişlerdi.

Biz hazırlıklarımızı yaptıktan sonra, Almanya ve Hollanda’dan bir vagon dolusu değişik renkli gül fidanları getirildi. Bizler tarafından çoğaltılarak sefaretlere, halkımıza, park ve bahçelere çok uygun fiyatlarla satıldı. Bugün ülkemizin hemen her yerinde gördüğümüz değişik renkli güllerin çoğu, o zaman Atatürk’ün getirttiği ve bizler tarafından çoğaltılarak dağıtılan ürünlerin nesilleridir.

Kaynak:Prof. Dr. Abdulgafur Acatay

ÇANAKKALE'DE MEVLİT


Atatürk, her yıl Çanakkale’de şehitlerimiz için bir mevlid-i şerif okuttururlardı. 1932 yılında okunacak mevlidin, Şehit Mehmet Çavuş Abidesi önünde ve İstanbul’un en meşhur hafızlarının iştirakiyle, görkemli bir şekilde yapılmasını emretmişlerdi. Bu durumu, ayrıca İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi’ye de telefonla bildirmişlerdi. Mevlitten bir gün önce bu iş için ayrılan ve Atatürk’ün kendi seyahatlerinde kullandıkları Gülcemal vapuruna gittik.

Süleymaniye Baş Müezzini Hafız Kemal, Saadettin Kaynak, Beşiktaşlı ve Sultan Selimli Rıza beyler, Hafız Burhan, Beylerbeyli Fahri, Vaiz Aksaraylı Cemal, Muallim Nuri gibi bir çok ünlü hafız, bir çok gazeteci ve fotoğrafçılarla vapur hıncahınç dolu olarak akşam saat 7’de Çanakkale’ye doğru hareket ettik. Gece yatsı namazından sonra vapurun salonunda iki hatm-i şerif ve bir mevlid okundu. Sabahleyin Gelibolu’ya geldik. Büyük bir kalabalık bizi iskelede karşıladı. Sonra, otobüslere binilerek Şehit Mehmet Çavuş Abidesi’ne gidildi.

Etraf bayraklar ve defne dallarıyla süslenmiş; kadın, erkek çok büyük bir kalabalık etrafı doldurmuştu. On hafız hep bir ağızdan önce tekbir aldık. Sonra tevşih okundu. Sonra da hafızlar sırayla kürsüye çıkıp mevlidi okumaya başladık. Ben, Veladet Bahri’ni okurken kapalı ve bulutlu olan hava birden bozdu ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı. Ben okumaya hiç kesmeden devam ettim. En sonunda, İstanbul Müftüsü Hafız Fehmi Efendi çok güzel bir dua ile mevlidi bağlatıp şehitlerimizin mezarlarını da ziyaret edip, İstanbul’a döndük. Ertesi akşam Dolmabahçe Sarayı’nda Ata’nın huzuruna çıkıp mevlidi etraflıca anlattım. Ayağa kalktı ve heyecanla elini masaya vura vura “Aferin hafızım. Aferin sana. Din ve vazife ciddiyetini herkese göstermişsin, yağmurda bile görevine devam etmişsin. Aferin sana. Aferin sana!” diye beni defalarca tebrik etmiş ve kutlamışlardı

Kaynak: Hafız Yaşar Okuyan

BILDIRCIN


Atatürk’e bir gezisinde, Şile’de bıldırcın hediye ettiler. Pencereleri kapattıktan sonra bıldırcını salmalarını söyledi. Kuş dönüp dolaştıktan sonra O’nun önüne kondu, okşamasına da ses çıkarmadı. Atatürk, bıldırcını kafes konularak sarayda beslenmesini istedi. Üç gün sonra bıldırcın bir kediye yem oldu. Atatürk’e bu olayı O’nu üzmemek için, bıldırcın açık kafesten kaçtığı şekilde anlattılar. Atatürk bu küçük dostu unutmadı. Ömrünün sonuna kadar bıldırcın eti yemedi.

Kaynak: Atatürk ve Unutulmaz Anıları, Ahmet Gürel, Bülent Türker, Nisan 2009