19 Haziran 2018 Salı

ATATÜRK'ÜN ANLATIMIYLA SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ

Düşman ordusu 23 Ağustos 1921’de ciddi olarak cephemize temas ve saldırıya başladı. Bir çok kanlı ve bunalımlı safhalar, dalgalanmalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma çizgimizin bir çok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısına kuvvetlerimizi yetiştirdik.

Meydan muharebesi 100 kilometrelik cephe üzerinde geçiyordu. Sol kanadımız Ankara’nın elli kilometre güneyine kadar çekilmişti. Ordumuzun cephesi, batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara’ya iken kuzeye verildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiç sakınca görmedik. Savunma çizgimiz bölüm bölüm kırılıyordu. Fakat hemen arkasından, kırılan her bölüm en yakın bir mesafede yeniden kuruluyordu. Savunma çizgisine çok ümit bağlamak onun kırılması ile, ordunun büyüklüğüyle orantılı uzun mesafe geriye çekilmek nazariyesini kırmak için memleket savunmasını başka bir biçimde ifade ve bu ifademde ısrar ve şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum.

Dedim ki: “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça bırakılamaz. Onun için küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana karşı cephe kurup muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda olduğunu gören birlikler ona bağlı olamaz. Bulunduğu yerde sonuna kadar kalmak ve direnmek zorundadır.”

İşte ordumuzun her ferdi bu sistem içinde, her adımda en yüksek fedakarlığını göstermek suretiyle düşmanın üstün kuvvetlerini yok ederek yıpratarak sonunda onu, saldırısını sürdürme yetenek ve gücünden yoksun bir hale getirdi.

Muharebe durumunun bu safhasını hisseder etmez hemen özellikle sağ kanadımızla Sakarya Nehri doğusunda, düşman ordusunun sol kanadına ve ardından cephenin önemli bölümlerinde karşı saldırıya geçtik. Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmek zorunda kaldı. 13 Eylül 1921 günü Sakarya Nehri’nin doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. Bu suretle 23 Ağustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bu günler de dahil olmak üzere, yirmi iki gün, yirmi iki gece aralıksız devam eden Sakarya Melhama-i Kübrası (Büyük Meydan Muharebesi) yeni Türk devletinin tarihine, cihan tarihinde pek az olan büyük bir meydan muharebesini kaydetti.

Kaynak: Kemal KARA, Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, İstanbul 2008, s.160

15 Haziran 2018 Cuma

RAMAZANDA ATATÜRK

 
 Ramazanların Atam için çok büyük önemi vardı. Ramazan gelir gelmez incesaz heyeti Çankaya Köşkü'ne giremezdi. Beni çağırır, Kur'an-ı Kerim'den bazı sureler okuturlardı. Ben okurken gözleri bir noktaya takılır, derin bir huşuyla dinlerlerdi. Ruhen çok mütelezziz olduğu her hâlinden anlaşılırdı.

Bir ramazan günü Atatürk beni huzuruna davet etti. Su­re–i Yusuf'tan bir sahife okumamı söyledi ve okudum. Atatürk derin bir müşahedeye vardı. Pek sevdiği Süleyman Çelebi'nin mevlidinin Veladet Bahri bölümünü okumamı söyledi. Okudum. Çok mütehassis oldular.

Ramazanlarda bir ay müddetle Hacı Bayram-ı Velî ve Zincirlikuyu Camilerinde şehitlerimizin ruhlarına Hatm-i Şerif okumamı emrederlerdi.

Büyük Atatürk birçok vesilelerle şöyle demiştir: ‘Mukaddes mihrabı, cehlin elinden alıp ehlinin eline vermek zamanı gelmiştir.' Camileri ibadet için olduğu kadar, düşünmek, meşveret etmek için de birer mukaddes yer olarak telâkki ederdi.

Peygamber Efendimizden büyük takdirle bahsederlerdi. ‘Hazret-i Peygamberin zaman-ı saadetlerinde' diye saygı kelimeleri kullanırlardı.

İran Şahı Pehlevi, ziyarete gelmişlerdi. Beni huzurlarına çağırdılar. Şah Hazretlerine ‘Benim Hafızımdır' diye takdim ettiler ve yanlarına oturttular. Şah Hazretlerine Kerbela şehâdetine ait bir mersiye okuyunuz' dediler. Mersiyeyi Isfahan makamında okudum…”

Şükrü Naili (Gökberk) Paşa vefat etmişti. Bu haberi duyar duymaz çok üzüldüler. Kabrinin başında bir Yâ­sin okumamı istediler. mevlit okunurken "Göklere çıktı Mustafa" denildiğinde gözlerinden yaşlar süzülürdü.

Kaynak: Hafız Yaşar Okur anılarından alıntıdır.


2 Haziran 2018 Cumartesi

ÇANKAYA'DA ÇOCUKLARLA SOHBET


İki kardeş okul dönüşü annelerinden izin alarak sık sık Atatürk’ün köşkünün etrafında gezinip dururlarmış.

Öğretmeni Ayşe’ye o gün yurdumuzun düşmanlardan kurtarılması için Ata’nın emrinde milletçe nasıl çok çalışıldığını anlatmıştır. İçinde bulunduğumuz ortamın nasıl meydana getirildiğini öğrenen Ayşe, kardeşi İsmet’i de alarak her zaman olduğu gibi belki Atatürk’ü görürüz diye köşkün etrafında gezip dururlar.

Tesadüf aynı gün, yaveri ve arkadaşlarıyla bir gezinti yapan Atatürk, Ayşe ile kardeşinin köşkü seyrettiklerini görünce yanlarına yaklaştı.

- Adın ne senin yavrum.

- Ayşe.

- Senin adın ne yavrum.

Ayşe’nin kardeşi hemen cevap verdi.

- İsmet.

- Niçin burada dolaşıyorsunuz?

- Sizi görmek istedik efendim.

- Peki ben kimim? Beni niçin görmek istediniz?

İki kardeş bir ağızdan

Gazi Mustafa Kemal Paşasınız.

Atatürk ve yanında kiler gülümsediler.

- Benzettiniz çocuklar ben gazi değilim.

Yine iki kardeş bir ağızdan

- Siz Gazisiniz.

- Peki nereden bildiniz?

Çocuklar aynı ağızdan gür bir sesle,

Çünkü size hiç kimse benzemez.

- Ayşe sen okuyor musun?

- Evet beşinci sınıftayım.

- İsmet sen kaçıncı sınıftasın?

- Üçüncü sınıftayım.

- Ayşe sen ne olmak istiyorsun?

- Öğretmen olmak istiyorum efendim. Öğretmenler yurtlarına yararlı insanlardır. Biz her şeyi öğretmenden öğreniriz. Sizi de öğretmenimiz tanıttı.

- Evet yavrum, biz her şeyimizi öğretmenlere borçluyuz. Beni de öğretmenim Gazi yaptı. Peki İsmet sen ne olmak istiyorsun?

- Asker olacağım. Çünkü sizi çok seviyorum. Yurduma saldıran düşmanın kafasını kıracağım.

Atatürk iki kardeşi bağrına bastı sevdi ve okşadı.

- Aferin çocuklar.

Yanındaki arkadaşlarına dönerek:

- Evet! Milletin bağrından tertemiz bir nesil yetişiyor. Eserimizi bunlara gözümüz arkada kalmadan bırakabileceğiz. Şimdi çok huzurluyum! derken gözleri yaşardı.

Kaynak: atam.gov.tr