17 Mart 2011 Perşembe

ÇANAKKALE "ŞEHİTLER RÖLYEFİ"

Zaman zaman sohbetlerde: “Neden bizden de bilim adamı çokça yetişmez? Diğer ülkelerden ne farkımız var? Bizde hiç mi aydın yetişmemiş?” yollu yakınmalarımız olur. Aynı soruyu kendisi de bir bilim adamı olan Toygar AKMAN üniversite öğrenciliği yıllarında babasına sormuş. Babası da cevap niteliğinde olmak üzere öğretmenliğe yeni başladığı yıllardaki hatıralarından bir bölümünü anlatıyor:

“Çanakkale Savaşı’nın bütün şiddetiyle sürdüğü o günlerde Sirkeci İstasyonu’ndan hergün asker dolusu trenler Trakya yönüne doğru hareket ederdi. Sarayburnu İskelesi’nden de asker dolu koca koca gemiler Çanakkale’ye doğru denize açılırdı. Bütün İstanbul halkı bu kahraman askerleri göz yaşları içinde uğurladık. Giden gemiler ve trenler daima boş olarak döner ve gidenlerden de kısa bir süre sonra haber alınamazdı.”

Babam göz yaşlarını silerek devam etti:

“O günlerin birinde İstanbul Erkek Lisesi’nin bir dokuzuncu sınıfında ders veriyordum. Sınıfın kapısı iki defa tıklatıldıktan sonra açıldı ve içeriye müdür muavini ile kalpaklı bir binbaşı girdi. Sert bir asker selâmı çaktı. Ben de ayağa kalkarak kendilerini selâmladım. Daha ziyaret sebebini sormadan, binbaşı bana baktı ve tok bir sesle:

-Muallim Bey! Memleket, evlâd-ı vatandan hizmet bekler, dedikten sonra sınıfa döndü ve arka sıralarda oturan uzun boylu öğrencilere, “Sen gel, sen gel, sen de gel!” diye seslenerek, öğrencileri toplamaya başlamıştı. Önde oturanlar, kendilerinin de alınması için, oturdukları sırada dik durmaya ya da ayaklarının ucuna basarak uzun boylu görünmeye çalışıyorlardı. Binbaşı bu öğrencilere acı acı gülümseyerek sırtlarını okşayıp topladığı öğrencileri alıp, geride kalan bizlere sert bir asker selâmı vererek çıkarak gitti. Sınıfta öylece kalakalmıştım. Diğer sınıflardan toplananlarla beraber bizim öğrencileri Selimîye Kışlası’na götürmüşler. Gidenlerin arkadaşlarına gönderdikleri mektuplardan, orada makineli tüfek eğitimi aldıklarını, üç aylık eğitim süresi bitince Çanakkale’ye gideceklerini öğreniyorduk. Üç ay sonra ise kendilerinden hiç haber alınamadı.” Rahmetli babam sözlerinin burasında durmuş, dopdolu gözleriyle bana bakarak:

“Gidenlerin hiçbiri geri gelmedi. Hepsi de dokuzuncu sınıf öğrencisi idi. İstanbullular dokuzuncu sınıfa kadar gelmiş bütün okuyan evlâtlarını şehit verdiler. Geriye kalanlar oldu ise onlar da Yemen’de ve İstiklâl Harbi’nde şehit düştü. İstanbul daha ne verecekti ki evlâdım. O zamana kadar memlekette aydının harman olduğu yer İstanbul’du. Memlekette aydın mı kaldı a oğul? Pınarlar kurudu, pınarlar!.. Sen ne sorarsın!”
Kaynak-Toygar Akman