17 Mayıs 2009 Pazar

BU MİLLETLE NELER YAPILMAZ

Atatürk, milletin ruhundaki o sönmez meşaleyi tutuşturmak için Anadolu'yu adım, adım dolaştığı 1919 yılıydı. Büyük asker, Erzurum yolundadır. Ilıca'da tunç yüzlü bir ihtiyarla yaptığı enteresan bir görüşmeyi Cevat Dursunoğlu şöyle anlatmaktadır:
20-30 kişilik bir göçmen kafilesi başında bulunan bu ihtiyar, omuzlarına kartal kanadı attığı paltosu ve elindeki asası ile bir yolcudan çok doğu mitolojisindeki yarı tanrı kabile reislerine benziyordu. Misafirlerin önemli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak onları selamladı.
Mustafa kemal, ta yanı başına kadar geldiği halde heybetliliğinin azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor, o da gövdesine yaraşan derin ve gür sesiyle teşekkür ediyordu.bu kısa hoş-beşten sonra Paşa ihtiyara:

-“Ağa, dedi. Böyle nereden geliyorsun? “

- “Paşam Rus gelirken göçmen olmuştuk. Çukurova'daydım. Şimdi köyüme dönüyorum.”

Atatürk şu anda buralara dönmenin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekileceğini anlatmak istedi.sonra da ekledi. 

-“ Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi?”

-“ Hayır paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz alıyor. Son günlerde işittim ki, İstanbul’daki "ırzı kırıkları"(1) bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki diyeyim onlara,  kimin malını kimlere veriyorlar?”

Tunç çehreli, beyaz sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç yüzlü askerin gözlerini yaşarttı.  Bu eski Türk kalesi “Erzurum’a” millet işi için milletle beraber çalışmaya gelen büyük devlet adamı, yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü: 

 -“ Bu milletle neler yapılmaz!..”dedi ve sonra ihtiyarla vedalaştı. 

(1)   Irzı kırıklar = Namussuzlar

(Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk)