27 Ocak 2018 Cumartesi

ZEYTİN DALI

Afrin bölgesinde Türkiye tarafından icra edilen askeri operasyona “Zeytin Dalı” ismi verildi. Bazı kişiler askeri operasyona nasıl olup da barışın simgesi olan bu ismin verildiği sordular.

Aslında buna benzer isimler daha önce de başka ülkeler tarafından kullanıldı. Tek isteği Irak işgali olan ABD harekata “Irak’ı özgürleştirme operasyonu” kod ismini vermiştir.

Yine Afganistan operasyonuna da “Kalıcı Özgürlük” kod adı verilmişti. Ne var ki gittikleri her yerde olan özgürlüğü de yerle bir ettiler.

Türkiye ise Fırat Kalkanı ile amaçladığı DAEŞ temizliğini bölgede yaptı. Adını özgürlük koymamasına rağmen hayatı normalleştirerek insanların hayatını, namusunu ve mal emniyetini tesis etti. DAEŞ’ten temizlenen diğer yerlerin aksine bu bölgenin nüfusu on kat yükseldi. Bunun sebebi diğer yerlerde DAEŞ yerine başka bir terör örgütü olan PYD’nin alan hakimiyeti sağlaması ve kendinden olmayanları etnik bir süpürme ile bölgeden çıkarmasıydı.

Bu sefer Türkiye operasyonun ismini “Zeytin Dalı” koydu. Aslında tam da bugünü anlatan bir adlandırmaydı. Zeytin dalı yalnızca barışı simgelemez. Başka anlattığı simgeler de vardır.

‘Gılgamış Destanı’ndan üç büyük semavî dinin kutsal kitaplarına değin antik ve kutsal metinlerde yer alan Büyük Tufan’daki rivayete göre Nuh Peygamber, tufan biraz durulunca geminin güvertesinden beyaz bir güvercin uçurur. Bu beyaz güvercin bir müddet sonra gemiye ağzında bir zeytin dalıyla döner. Böylece Nuh Peygamber tufanın bittiğini ve suların çekil­diğini anlar.”

Sanırım Türkiye PYD sonrası bölgeden gitmek zorunda olan bütün Suriyelilere artık Tufan’ın bittiğinin işareti olarak zeytin dalını gösteriyor. Aynı geçmişte olduğu gibi geri dönebileceklerini anlatıyor.

Türkiye bu operasyonun ardından eğer Mümbiç’i de PYD’den temizleyebilirse tersine göç ile bölgeye 400 ila 500 bin kişin geri döneceğini düşünüyor.

Yani çölün ortasında bir vaha yaratmayı amaçlıyor. İnşallah bunu başarırız.

Türkiye’nin resmî açıklamalarında bölgeye operasyon yapma nedeni olarak PKK ile beraber DAEŞ de gösteriliyor. Bazı kişiler bölgede DAEŞ yok ki diye konuşuyor. O zaman onlara küçük bir hatırlatma.

BBC kanalı, Rakka operasyonunda, PYD terör örgütü ve ABD’nin DAEŞ militanlarını bölgeden silahları ile çıkardığının görüntülerini yayınlamıştı. Bunların bir kısmının Deyr-i Zor diğer kalanlarının da Türkiye sınırına götürüldüğünü röportajlarla anlatmıştı. Militanlara ailelerine dokunmama şartı olarak Türkiye’ye karşı canlı bomba olma şartı getirilmişti.

İlk dalgayı Afrin operasyonu başlamadan bir gün önce Azez’de gördük. PYD bölgesinden gelen üç DAEŞ’li üzerlerindeki bomba yelekleri ile beraber etkisiz hale getirildi.

Gelen istihbarat bilgileri, PYD’nin askerlerimize karşı planladığı bombalı araç saldırılarını DAEŞ mensuplarına yaptıracağı yönünde. İşin iki yüzlülük olarak adlandırılabilecek yanı ise, ABD’nin taraflara (terör örgütü ne zaman taraf olduysa! ) DAEŞ’le mücadele konusuna odaklanma uyarısı oldu.

Türkiye bölgeyi bütün terör örgütlerinden kurtarmak için çaba sarfetmektedir. Bunu yaparken de hedefine uygun olarak koyduğu isimlerin gereğini yapmaktan da çekinmemektedir. Çünkü Türkiye’nin gizli bir ajandası yoktur.

Bölgenin Türkiye gibi “delikanlı” devletlere ihtiyacı vardır. Çünkü bölgenin derdi zaten gizli kapaklı işler çeviren devletlerdir. Ne çektiyse hep onlardan çekmiştir.

Bize laf sokmaya çalışan Kıbrıs’taki gazete gibi gazeteler olacaktır. Mesele bize kimin ne söylediği değil bizim kim olduğumuzdur.

Allah bölgede görev yapan güvenlik güçlerimizin  yar ve yardımcısı olsun.

Millet olarak yanınızdayız.

Mete Yarar
Emekli Özel Kuvvetler Binbaşı ve  Güvenlik Politikaları Uzmanı

6 Ocak 2018 Cumartesi

FAİK TONGUÇ (1889-1968) ve BİR YEDEKSUBAYIN ANILARI

Faik Tonguç , 1889 Yılında Çorum’da doğdu. Mülkiye Mektebi’ni bitirdikten sonra, ailesi onu dil eğitimi için İngiltere’ye gönderdi. İngiltere’deki öğrenciliği sırasında Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine yurda dönüp gönüllü olarak savaşa katıldı. Cephede ve esir kampında geçen dört yılının anılarını Birinci Dünya Savaşı’nda Bir Yedeksubayın Anıları kitabında topladı.

‘BİR YEDEKSUBAYIN ANILARI’ Özeti;

Mülkiye Mektebini bitiren Faik Tonguç Londra’da öğrenim görmektedir. 1 nci Dünya Savaşının çıkması üzerine, İstanbul’a dönmüş, bir hafta sonra Aksaray Askerlik Şubesine müracaat ederek Harbiye Mektebine yazılmıştır.

1914 Haziran’ında Maçka Talimgahında eğitime başlamıştır. Bu arada gördüğü kıt’a halindeki iki tatbikat onun askerlik hakkında fikir değiştirmesini sağlamıştır. Meşrutiyet’in ilanı ile temeli atılan Türk Ocağı Cemiyeti, Türk Yurdu gazete ve dergilerin tesirinde kalan binlerce genç gibi yazarımız da “ Moskof kini “ ve “Turan” aşkıyla yanmaktadır. Turan Duası ve Albayrak Marşlarını söylemeyi ibadet saydığı bir anda idealini gerçekleştirmeninfırsatını bulur. Kafkas Cephesine gönderilen gönüllü birliklerin içerisinde o da vardır artık.

Gözyaşları ile Haydarpaşa‘dan başlar ümitsiz bir hayalin yokluğu. Konya, Niğde, Kayseri, Erzincan, Erzurum ve birçok beldeden geçer. Bu şehirleri gören her insan gibi hayal kırıklığına uğrar. Anadolu şehirleri çamur içerisinde, temiz olmayan sokaklar, bakımsız evleri ile adeta ortaçağ yadigarı birer harabe gibidir.

Geçtiği tüm mekanlardaki Anadolu insanında perişanlık hakimdir. Cepheden dönen yaralı, zayıf, bitkin, hasta insanların acı gerçeği gözler önündedir.

Enver Paşa komutasındaki ordunun (9,10,11 nci Kolorduların) yenilgisi tüm Türk Dünyasını hüzne boğmuştur. Yenilgi sonrası karşılaştığı manzaralar, şimdiye kadar gördüklerinin askerliğin oyuncak tarafı olduğunu, asıl askerliğin bundan sonra başladığını anlatır yazarımıza.

Bu arada savaşta ölenlerden daha çok insan tifo, tifüs salgın hastalıklarıyla can vermektedir.

Erzurum Kolordusu yazarımızı 30 ncu Tümen 88 nci Alaya tayin eder. 3 ncü Tabur, 10 ncu Bölük, 1 nci Takım komutanı olarak ilk çalışma devresi başlamıştır artık.

Güçlü Rus ilerleyişini durduramayan Türklerin sorunu sadece savaş değildir. Askerler aç savaşmaktadır. Sefaletin her çeşidi ile doğanın zulmü kol koladır.

Karargahında rezaletin her çeşidini yapan Erzurum Ordu Komutanı Arap Kamil Paşa, şehitlerden geride kalan paraları zimmetine geçiren Alay Komutanı, örümcek kafalı takım komutanı gibi durumun vahimliğini görmeyen insafsız, vicdansız, hainlik derecesinde ilgisiz, kabiliyetsiz insanların varlığı durumu daha da güçleştirmektedir. Bunun gibi yeteneksiz subayların binlerce olduğunu defalarca görmüştür yazarımız.

Fakat yüreğinde taşıdığı ateşle o, namzet adı altında vatan için parasız çalışmakta, sevmek ve sevilmenin ihtiyaç halini aldığı zor koşullarda, zamandan habersiz, çamur içerisinden çıkarılmış bir hasır üzerinde yatarak kaşığın sapını ısıtıp, elbiselerin dikiş yerlerindeki bit yumurtalarını yok etmekle uğraşarak fedakarane çalışmaktadır.

Onun en büyük gururu ve desteği en zor koşullarda bile sabır ve tahammülü ile dünyaya örnek olan, emre itaati ibadet bilen, en cılız neferi bile savaşta ateş parçası olan, savaşın yorgunluğuna metanetle göğüs geren, içten gelen bir cengaverliğin dünyada tek mümessili Türk neferidir. Zulmü ile Anadolu’yu kana bulayan Ermeni’nin yaralısına su, ekmek verecek kadar merhametli olan Türk neferi mevzide söylediği uzun havalar ile yetinip sevinebilen, açlığa, sefalete, kendisinden güçlü ordulara baş eğmeyen Türk neferi...

Yeteneği ile 10 ncu Bölük Komutanı olan yazarımız, yanlış verilen bir geri çekilme kararı neticesinde 1916 Temmuz’unda teslim olmak zorunda kalır.

Yırtık postal ve nefer elbisesi içinde, şerefli bir şekilde ölmeyi temenni ederek bir Türk Subayına yakışır bir tavır sergilemekte, bu konumda bile şehit arkadaşlarını düşünmektedir.

Cesareti sayesinde Bahıtlı’da iki defa yendiği Kumandan ile tanışırlar. Bu sayede Rus ordusu ile Türk ordusunu karşılaştırma fırsatı bulur.

Osmanlının yüksek düzeydeki subaylarının tantana ve depdebeli yaşamına karşılık, Rus şehirlerinin (Rostof’tan, Lebidof’a) mamurluğunu, çalışan hemşirelerinin ahvalini, Rusların sağlığa, eğitime verdiği önemi, gazete ve dergilerin çokluğunu ve halkın eğitim düzeyini kendi memleketi ile karşılaştırır. Bizdeki koyu taassubun ve yobazlığın gerilememizin temel noktası olduğunu bir kez daha kavrar.

1918 Ekim’inde meydana gelen Bolşevik ihtilali sonucunda Ruslar ile savaş bitmiştir. İhtilalin kargaşasından yararlanan yazarımız esaretten kaçarak kurtulur.

İstanbul’ a döndüğünde İzmir işgal edilmiş, Ermeni zulmünden sonra, Yunan, Rum zulmü Türk Milletini yok etme gayreti içerisine girmiştir. Çapanoğlu Ethem Bey gibi “padişahım çok yaşa” diyen gericiler de içeride ayaklanma başlatmışlardır.

Bu sırada ortaya çıkan Kuvva-i Milliye hareketini yazarımız önce bir macera olarak yorumlamıştır. Ankara’ya gelişi ile ulu önder Atatürk’ün çevresinde kilitlenen her yaştan insanın samimiyet, sadakat ve saadet havası ile ateşli bir çalışma içerisine girdiğini görmüştür. Bu insanların tek amaçlarının anayurdu kurtarmak olduğunu anlayınca gerçeği kavramış, o da bu kutlu hareket içerisinde yer almıştır. İstanbul’ dan İtalyan vapuru ile aldığı malzemeleri, Mersin’e, oradan da karayolu ile Ankara’ya taşıtmıştır.

Türk Milletini yok olmaktan kurtaran, yeni Türkiye Cumhuriyetini kuran ilke ve inkılapları ile yön gösteren, aydınlık geleceğin habercisi ulu Ata’mızın önderliğinde mutluluğu bulan yazarımız şimdiye kadar aradığı tüm soruların cevabını bulmuştur artık…

"Sarıkamış'ta felakete uğrayanlarla ilk defa buralarda karşılaştık. Özellikle Erzincan'dan sonra, yollarda hasta, yaralı binlerce asker perişan, bitkin gerilere gitmeye çalışıyordu. Yol kenarlarında gördüğümüz cesetlerden üzüntü ve heyecan duymamak mümkün olmuyordu. Başıboş bırakılan bu sefil insanlarla konuştuğumuz vakit hepsi ağız birliği etmiş gibi Allahüekber dağlarından, Sarıkamış ormanlarından söz açıyorlarsa da henüz gerçeğin ne olduğunu anlayamıyorduk, daha doğrusu anlamak istemiyorduk…

… Şehirde üst baş perişan, soluk, zayıf, bitkin, hasta, yaralı subaylarla konuşarak acı gerçeği öğrendik. Hemen hepsi, bu felaketin biricik yaratıcısı Enver Paşa'yı gösteriyorlar. 'Buradan kaçması biraz geç kalsaydı canına okuyacaktık' gibi sözlerle Harbiye Nazırına, kahvede yüksek sesle, hiç çekinmeden, korkmadan en ağır küfürleri hakaretleri pervasız savuruyorlardı."

1 Ocak 2018 Pazartesi

ALAATTİN KOVAL (1882 - 1930)


Tümgeneral Alaattin Koval,1882 yılında İstanbul’da doğdu. 13 Ocak 1901 tarihinde girdiği Harp Okulundan 22 Ağustos 1903 tarihinde teğmen, devam ettiği Harp Akademisinden 26 Eylül 1906 tarihinde kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu ve 2’nci Ordu 9’uncu Topçu Alayı 6’ncı Batarya Komutanlığına atandı. 

25 Kasım 1908 tarihinde kurmay kıdemli yüzbaşı rütbesiyle 2’nci Ordu Kurmaylığına getirildi. 24 Temmuz 1911 tarihinde 4’üncü Tümene Kurmay Başkanı olarak atandı. Bu görevinde iken Trablusgarp, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşılarına katıldı. 12 Nisan 1914 tarihinde kurmay binbaşı rütbesiyle Birinci Dünya Savaşı’nda; Zığındere taarruzu, İkinci Kerevizdere Muharebesi, Arıburnu, Conkbayırı ve Birinci - İkinci Anafartalarda yararlıklar gösterdi. 14 Aralık 1916 tarihinde kurmay yarbaylığa terfi ederek, 5’inci Kafkas Tümen Komutan Vekiliğine getirildi. 
 

1 Mart 1922 tarihinde kurmay albay rütbesinde iken Anadoluya geçerek, 41’inci Tümen Komutanlığına atandı ve Büyük Taarruz’a katıldı. 30 Ağustos 1927 tarihinde tümgeneral oldu. İstiklal Madalyası sahibi Alaattin Koval 8 Ağustos 1930 tarihinde görevde iken vefat etti.
 

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı

ALİ SAİT AYBAYTUGAN (1872-1950)




Orgeneral Ali Sait Aybaytugan, 1872 yılında Balıkesir’de doğdu. 29 Nisan 1893 tarihinde girdiği Harp Okulundan 28 Ocak 1896 tarihinde teğmen, devam ettiği Harp Akademisinden 25 Aralık 1898 tarihinde kurmay yüzbaşı olarak mezun olarak Genelkurmay 5’inci Şubeye atandı.

4 Şubat 1901tarihinde kurmay kıdemli yüzbaşı rütbesine terfi etti ve 24’üncü Redif Tümeni Kurmaylığına atandı. 22 Ağustos 1907 tarihinde kurmay binbaşı rütbesi ile 46’ıncı Alay 1’inci Tabur Komutanı oldu. 27 Nisan 1911 tarihinde kurmay yarbay, 26 Ocak 1913 tarihinde ise kurmay albay oldu ve 39’uncu Tümen Komutanlığına atandı. 14 Aralık 1915 tarihinde tümgeneral olarak 25’inci Kolordu Komutanı ve İstanbul Muhafızı olarak atandı. 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’un İtilaf devletleri tarafından işgali ile İngilizlerce tutuklanarak Malta’ya sürüldü. 31 Ekim 1921 tarihinde Malta’dan döndü ve İnebolu yoluyla Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katıldı ve önce 4’üncü Kolordu daha sonra 9’uncu Kolordu Komutanlığına atandı.

TBMM tarafından da İstiklal Madalyası ile ödüllendirilen Ali Sait Aybaytugan, 1 Eylül 1923 tarihinde korgeneral, 30 Ağustos 1927 tarihinde orgeneral oldu 14 Temmuz 1937 tarihinde ise emekliye ayrılarak TBMM'ye Kocaeli Milletvekili olarak girdi. TBMM'nin 5nci ve 6 ncı dönemlerinde milletvekiliği yaparak, 20 Mart 1950 Tarihinde vefat etti.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı