16 Aralık 2020 Çarşamba

MEHMET SERVET YURDATAPAN (1873-1931)

Albay Mehmet Sever Yurdatapan 1873 yılında İstanbul’da doğdu. 1888 yılında girdiği Harp Okulundan 23 Mayıs 1891’de teğmen rütbesiyle mezun oldu ve 1’inci Ordu 1’inci Alay 1’inci Tabur 3’üncü Bölüğe tandı. 
 
 4 Mayıs 1893’te üsteğmen, 10 Şubat 1898’de yüzbaşı, 14 Ekim 1903’te kıdemli yüzbaşı, 13 Mayıs 1904’te binbaşı, 12 Temmuz 1915’te yarbay rütbesi ile sırasıyla Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya ve  İstiklal Savaşına katılan Mehmet Sever Yurdatapan 17 Ekim 1921’de İnebolu’ya gelerek Millî Mücadele’ye katıldı.  2’nci Ordunun Tahkimat Komutanı, 3’üncü Kafkas Tümeni 7’nci Alay Komutanı, 
4’üncü Tümen Tugay Komutanı ve 16’ncı Tümen Komutanı olarak görev yaparak, 31 Ağustos 1922’de albay oldu.

Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası, Alman Harp Madalyası, Harp Madalyası, Alman İkinci Sınıf Demir Salip Nişanı, Bulgar Dördüncü Dereceden İkinci Sınıf Şecaat (Kahramanlık) Nişanı sahibi olan Albay Mehmet Sever Yurdatapan 4 Eylül 1928’de emekli oldu ve 1931 yılında vefat etti.

9 Aralık 2020 Çarşamba

AHMET FEVZİ BİG (1871 - 1947)

Tümgeneral Ahmet Fevzi BİG 1871 yılında Kafkasya'da doğdu, 17 Temmuz 1886’da girdiği Harp Okulundan 28 Mart 1889’da teğmen rütbesiyle, devam ettiği Harp Akademisinden 6 Mayıs 1892’de kurmay yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu ve Genelkurmay Dairesi 2’nci Şubeye atandı. 12 Haziran 1894’te kurmay kıdemli yüzbaşı olarak 4’ncü Ordu Kurmaylığına atandı.

21 Nisan 1896’da kurmay binbaşı olan Ahmet Fevzi BİG Tahran elçiliği ikinci ataşemiliterliğe atandı. 28 Ekim 1900’de kurmay yarbay, 6 Kasım 1902’de kurmay albay ve 21 Ocak 1906’da tümgeneral oldu, 4’üncü Süvari Tümeni Komutanlığı, 19’uncu Tümen Komutanlığı görevlerinde bulunarak 9’uncu Kolordu Komutanlığın atandı, Köprüköy-Azap Muharebelerine katıldı.

Dördüncü Dereceden Mecidî Nişanı, Üçüncü Dereceden Mecidî Nişanı, Dördüncü Dereceden Osmani Nişanı, Gümüş İmtiyaz Madalyası, Üçüncü Dereceden Osmani Nişanı ve İran hükûmeti tarafından İkinci Dereceden Şir-i Hurşid Nişanı ile ödüllendirilen Tümgeneral Ahmet Fevzi BİG 14 Nisan 1947’de vefat etti.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı

5 Aralık 2020 Cumartesi

ÖMER FAHRETTİN TÜRKKAN (1868 - 1948)

Korgeneral Ömer Fahrettin TÜRKKAN 1868 yılında Rusçuk’ta doğdu. Şam Askerî Lisesini bitirdikten sonra 1885 yılında girdiği Harp Okulundan 1888 yılında teğmen, devam ettiği Harp Akademisinden 23 Mayıs 1891’d e kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu ve Genelkurmay 2’nci Şubesine atandı. 21 Temmuz 1893’te kurmay kıdemli yüzbaşı oldu ve 31 Aralık 1894’te 4’üncü Ordu Kurmaylığına atandı.

15 Kasım 1901’de kurmay binbaşı, 15 Kasım 1906’da kurmay yarbay, 24 Eylül 1910’da kurmay albay,
29 Kasım 1914’te tümgeneral, 28 Temmuz 1918’de korgeneral olan ve Trablusgarp, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşlarında yararlıklar gösteren Ömer Fahrettin TÜRKKAN; İkinci Dereceden Mecidî Nişanı, Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası, Muharebe Altın İmtiyaz Madalyası, İkinci Dereceden Osmani Nişanı, Birinci Dereceden Kılınçlı Mecidî Nişanı, Harp Madalyası, Avusturya - Macaristan Madalyası, Alman İkinci Sınıf Demir Salip Nişanı, TBMM İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.

Korgeneral Ömer Fahrettin TÜRKKAN; 9 Nisan 1917’de Medine Muhafızı olarak atandığı görev esnasında unutulmaz kahramanlıklar yaptı. I. Dünya Savaşı sırasında çıkan İngiliz destekli Arap İsyanı'nda zor şartlar altında iki yıl yedi ay Medine'yi savunarak, "Medîne Müdâfii", "Türk Kaplanı", "Çöl Kaplanı", "Medine Kahramanı" unvanlarını kazandı. Savaşın kaybedilmesine ve son padişahın emirlerine rağmen Medine'yi teslim etmedi, yakın kurmaylarının komplosu ile düşmana esir düştü.

Esarette Malta'ya götürülen Fahrettin TÜRKKAN 20 Ocak 1920’de esaretten Ankara'ya döndü ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1921 - 1923 yılları arasında Afganistan Kabil Büyükelçisi olarak görevlendirildi. 5 Şubat 1936’da emekli oldu, 22 Kasım 1948’de vefat etti.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı, Feridun Kandemir.

1 Aralık 2020 Salı

ALİ RIZA BARLAS (1869 - 1950)

Albay Ali Rıza Barlas 1869 yılında İstanbul’da doğdu. 12 Ağustos 1885’te girdiği Harp Okulundan, 30 Mayıs 1888’de teğmen rütbesiyle mezun oldu ve 4’üncü Ordu Telgraf Bölüğüne atandı. 9 Eylül 1890’da Tıbbiye İdadisi Dâhiliye Subayı olarak görevlendirildi ve 7 Şubat 1891’de üsteğmen, 5 Şubat 1898’de yüzbaşı oldu. 23 Temmuz 1899’da 28’inci Redif Alayı 1’inci Akşehir Taburu 3’üncü Bölüğe atandı. 

8 Ağustos 1904’te kıdemli yüzbaşı rütbesi ile 31’inci Antalya Redif Alayı Tabur Komutanlığına atandı. 30 Ekim 1907’de binbaşılığa terfi ettirilerek 97’nci Redif Alayı 1’inci Tabur Komutanlığına atandı. 7 Mayıs 1908’de 2’nci Nizamiye Ordusu 83’üncü Alay 4’üncü Tabura atandı ve taburu ile Hareket Ordusuna katılarak İstanbul’a geldi.

1911 yılında Trablusgarp Savaşı’nda 4’üncü Tümen ile birlikte Maydos ve Gelibolu Yarımadası’nın tahkimatı ile görevlendirildi. Balkan Savaşı’nda 11’inci Alay Komutan Vekili olarak Karaağaç, Çatalca Muharebelerinde Edirne İleri Harekâtı’nda bulundu. 29 Kasım 1914’te yarbay rütbesi ile 2’nci Kolordu 11’inci Alay Komutanı olarak atandı ve bu birlikle 1915’te Kerevizdere Muharebesine katıldı. 22 Kasım 1915’te 20’nci Alay Komutanı olarak atandı. 1916 yılında Doğu Cephesi’ndeki muharebelere katıldı. 23 Şubat 1921’de İstanbul’dan Anadolu’ya geçti ve Kastamonu Merke z Komutanı ve daha sonra 43’üncü Alay Komutanı olarak atandı. 15 Ekim 1921’de albaylığa terfi ettirilerek 16’ncı Tümen Piyade Tugay Komutanlığına getirildi, Büyük Taarruz’da 5’inci Kafkas ve 16’ncı Tugay Komutanı olarak görev yaptı. 

Trablusgarp, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşına katılan Albay Ali Rıza Barlas 27 Ağustos 1925’te emekli oldu. Yunan Harp Madalyası, Liyakat Madalyası, Beşinci Dereceden Mecidî Nişanı ve Harp Madalyaları ile ödüllendirildi. Emekli olduktan sonra TBMM’de IV. Dönem İstanbul milletvekilliği yaptı. Aynı zamanda Millî Savunma Komisyonunda görev yaptı. V. Dönemde tekrar İstanbul Milletvekili seçilerek yasama görevini 26 Mart 1939’a kadar sürdürdü, 14 Ekim 1950’de vefat etti.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı

19 Kasım 2020 Perşembe

KARABAĞ ARTIK ÖZGÜR


44  gün süren çatışmaların ardından Dağlık Karabağ'da Ermenilerin mağlubiyeti sonucu Ermenistan, Azerbaycan ve Rusya arasında anlaşma imzaladı. 28 yıl sonra esir topraklar özgür kaldı.

8 Kasım 2020 Pazar

8 KASIM 2020 SUŞA ARTIK ÖZGÜR

 

Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ bölgesinde 27 Eylül'den bu yana yaşanan çatışmalarda önemli bir zafer elde edildi. Azerbaycan ordu güçleri Ermenistan karşısında sağladığı ilerlemeyle Dağlık Karabağ bölgesinde birçok yerleşim birimini geri alırken, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Dağlık Karabağ bölgesinin stratejik öneme sahip ve Dağlık Karabağ bölgesinin en büyük ikinci kenti Suşa’nında 28 yıl sonra Ermenistan'dan geri alındığını açıkladı.

MEHMET KÜRŞAT YAZICIOĞLU (1871 - 1956)

 

 Tuğgeneral M.Kürşat Yazıcıoğlu 1871 yılında İstanbul’da doğdu. 13 Haziran 1888 tarihinde girdiği Harp Okulundan 23 Mayıs 1891 tarihinde teğmen rütbesiyle mezun olarak, Girit 154’üncü Alay 4’üncü Tabur 1’inci Bölüğe atandı.

25 Mart 1894’ tarihinde üsteğmen, 28 Mart 1901 tarihide yüzbaşı, 8 Kasım 1905 tarihinde kıdemli yüzbaşı, 27 Nian 1911 tarihinde binbaşı ve 14 Eylül 1916 tarihinde yarbay olan M.Kürşat Yazıcıoğlu; Birinci Dünya Savaşında 42’nci Tümen 65’inci Alay Komutanı, 55’inci Tümen 168’inci Alay Komutanı olarak Balkan cephelerinde savaştı.

Şubat 1921’de Anadolu’ya geçerek 46’ncı Alay Komutanlığına getirildi ve 15 Ekim 1921 tarihinde albaylığa terfi ettirilerek 10’uncu Piyade Tümen Komutanşığına atandı. 26 Aralık 1922’ tarihinde 12’nci Piyade Tümen komutanlığına atandı, 10 Ağustos 1929 tarihinde tuğgeneral oldu.

23 Haziran 1932 tarihinde emekli olan Legion d’Honeur, Gümüş Liyakat Madalyası sahibi Tuğgeneral M.Kürşat Yazıcıoğlu 17 Kasım 1956 tarihinde vefat etti.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı

29 Ekim 2020 Perşembe

29 EKİM "CUMHURİYET BAYRAMI"

 

 Osmanlı Devleti, 1876 yılına kadar mutlak monarşi, 1876-1878 ve 1908-1918 yıllaı arasında meşruti monarşi ile yönetilmişti. I. Dünya Savaşı'nda yenilgiye uğramasının ardından işgale uğrayan Anadolu'da halkın işgalcilere karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde verdiği Millî Mücadele, 1923 yılında millî güçlerin zaferi ile sonuçlandı. Bu süreçte, "Büyük Millet Meclisi" adıyla 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da toplanan halkın temsilcileri, 20 Ocak 1921tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu adlı yasayı kabul ederek egemenliğin Türk ulusuna ait olduğunu ilan etmiş ve 1 Kasım 1922 tarihinde aldığı kararla saltanatı kaldırmıştı. Ülke, meclis hükûmeti tarafından yönetilmekteydi.

27 Ekim 1923 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti'nin istifası ve yerine meclisin güvenini kazanacak yeni bir kabinenin kurulamaması üzerine Mustafa Kemal Paşa, yönetim biçiminin Cumhuriyet olması için İsmet Paşa ile birlikte bir kanun değişikliği tasarısı hazırlayarak 29 Ekim 1923 tarihinde Meclis'e sundu. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılan değişikliklerin kabulü ile Cumhuriyet,Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından ilan edilmiş oldu.

Cumhuriyet ilan edildiği sırada henüz 29 Ekim günü bayram ilan edilmemiş, kutlamalar konusunda bir düzenleme yapılmamıştı; 29 Ekim gecesi ve 30 Ekim günündeki şenlikleri halk kendiliğinden organize etti. Ertesi yıl, 26 Ekim 1924 tarihli 986 numaralı kararname ile Cumhuriyet'in ilanının 101 pare top atılarak ve planlanacak özel bir programla kutlanmasına karar verildi. 1924 yılında yapılan kutlamalar, daha sonra yapılacak olan Cumhuriyet’in ilanı kutlamalarının başlangıcı oldu.

2 Şubat 192 5tarihinde, Hariciye Vekaleti'nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim'in bayram olması önerilmiştir. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelendi ve 18 Nisan'da karara bağlandı; 19 Nisan'da ise teklif TBMM tarafından kabul edildi. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, Cumhuriyet'in milli bir bayram olarak kutlanması resmi bir hüküm şekline geldi. Cumhuriyetin ilan edildiği gün, 1925'ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde resmî bir bayram olarak kutlanmaya başladı.

13 Ekim 2020 Salı

ZEKİ KOLAÇ (1862-1943)

 

Korgeneral Zeki Kolaç 1862 yılında Halep’te doğdu, 16 Eylül 1880 tarihinde girdiği Harp Okulundan 1883 yılında teğmen, akabinde girdiği Harp Akademisinden 26 Haziran 1886 tarihinde kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu. 17 Nisan 1887 tarihinde Hassa Ordusu Süvari Tümeni Kurmay başkanlığına atandı.

1897 yılında  kurmay albay rütbesi ile Osmanlı - Yunan Savaşına katılarak Altın Liyakat Madalyası,  İkinci Dereceden Mecidî Nişanı, Birinci Dereceden Mecidî Nişanı ve Altın İmtiyaz Madalyaları ile taltif edildi. 29 Eylül 1900 tarihinde tuğgeneral rütbesi ile  Çatalca istihkâmları komutanlığına atandı.

8 Ağustos 1908 tarihinde korgeneral rütbesi ile 6’ncı Ordu Komutanlığına ve Musul Valiliğine atandı. 28 Ekim 1914 tarihinde 4’üncü Ordu Komutanlığına atanarak,  1914 - 1918 yıları arasında Birinci Dünya Savaşına katılarak, Muharebe Altın Liyakat ve Alman İmparatorluğu tarafından Birinci Dereceden Demir Salip Madalyaları aldı. 30 Ekim 1918 tarihinde Genelkurmay Başkanı olarak emekli oldu.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı 

1 Ekim 2020 Perşembe

HÜSEYİN RAGIP (1866-1941)

 

Alb. Hüseyin RAGIP 1866 yılında Erzurum’da doğdu. İlk ve orta eğitimini Erzurum’da tamamlayarak, 27 Temmuz 1879 tarihinde girdiği Harp Okulundan 12 Temmuz 1882 tarihinde teğmen rütbesiyle mezun oldu ve Hassa Ordusu 1’inci Alay 1’inci Tabur emrine atandı.

13 Ağustos 1884’te üsteğmenliğe terfi ettirilerek, Genelkurmay Dairesi 1’inci Şubede görevlendirildi. 23 Mart 1886 tarihinde yüzbaşılığa terfi ederek, Genelkurmay Başkanlığı Kuvve-i Umumiye Kısmına atandı. 29 Mayıs 1895’te kıdemli yüzbaşı oldu ve 2 Şubat 1896 tarihinde 4’üncü Ordu 75’inci Nizamiye Alayı 4’üncü Tabura atandı.

23 Ekim 1897 tarihinde 1’inci Ordu 10’uncu Redif 1 Alayı 2’nci Taburuna komutan olarak atanan Hüseyin RAGIP 19 Mart 1902 tarihinde binbaşılığa terfi etti. 27 Nisan 1911 tarihinde yarbay, 30 Mayıs 1914 tarihinde albay oldu.

11 Ocak 1914 tarihinde 7’nci Kolordu 40’ıncı Tümen 118’inci Alay Komutanı, daha sonra 40’ıncı Tümen Komutanı olarak Bulgar, Sırp, Yunan ve Karadağlılardan oluşan Balkan Birliğine karşı savaştı.

Katıldığı muharebelerde; Beşinci Dereceden Mecidî Nişanı, Yunan Muharebe Madalyası ve Gümüş Liyakat Madalyası sahibi olan Alb. Hüseyin RAGIP, Mondros Mütarekesi’nden sonra İngilizlere esir düştü. 9 Ocak 1920 tarihinde yurda ağır hasta olarak döndü.

Alb. Hüseyin RAGIP 14 Aralık 1941 tarihinde vefat etti.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı 

18 Eylül 2020 Cuma

CAVİT PAŞA (1871-1932)

Tümgeneral Cavit Bey 1871 yılında Samsun’da doğdu. 1879 yılında girdiği Harp Okulundan 1883 yılında mezun oldu. Daha sonra Harp Akademisine devam etti ve 20 Temmuz 1885’te kurmay yüzbaşı olarak mezun oldu.

20 Temmuz 1885 tarihinde kurmay yüzbaşı olarak mezun olur olmaz Genelkurmayda görevlendirildi, 2 Kasım 1886 tarihinde kurmay kıdemli yüzbaşı olarak Trablusgarp Tümenine atandı. 25 Ağustos 1890 tarihinde Genelkurmay 1’inci Şubeye tayin edildi ve 24 Haziran 1891 tarihinde kurmay binbaşı oldu ve 24 Haziran 1891tarihinde 7’nci Ordu Kurmaylığına atandı.

9 Ekim 1898 tarihinde kurmay yarbay olarak 2’nci Ordu Afyonkarahisar Redif Tümenine, 4 Mayıs 1902’de 3’üncü Ordu 12’nci Aydın Redif Tümeni Kurmaylığına atandı. 1903 yılında Bulgar ihtilalinde tümeni ile Manastır’a gelerek eşkıya takibinde görev aldı. Manastır Pirlepe Kazası Komutanlığında bulundu.

8 Ocak 1904 tarihinde kurmay albaylığa terfi ederek, Selanik, Kosova ve Manastır vilayetlerindeki askerî yolların yapımında görevlendirildi. 14 Temmuz 1905 tarihinde İpek Bölgesi Mutasarrıf ve Komutanı oldu. 29 Nisan 1906 tarihinde Selanik Vilayeti Jandarma Alay Komutanı, 30 Ağustos1908 tarihinde Taşlıca Mutasarrıf ve Komutanı oldu. 14 Eylül 1908 tarihin de tümgeneralliğe terfi ederek, Metroviçe’de 18’inci Nizamiye Tümen Komutanı ve 4 Kasım 1909 tarihinde 5’inci Nizamiye Tümeni Komutanı, 29 Ocak 1911 tarihinde Üsküp 7’nci Kolordu Komutanı, 1 Şubat 1911 tarihinde Jandarma Genel Komutanı oldu 2 Kasım 1912 tarihinde Manastır 6’ncı Kolordu Komutanlığına atandı. Balkan Savaşı’nda İstanbul Boğazı ve Havalisi Komutanlığı görevini yürüttü.

25 Ocak 1914 tarihinde emekli olmasına rağmen Birinci Dünya Savaşı seferberliği ile yeniden göreve alınarak 3 Ağustos 1914 tarihinde 4’üncü Ordu Komutanı, 29 Ağustos 1914tarihinde ise Bağdat, Basra ve Musul Havalisi Genel Komutanı olarak atandı.

25 Ocak 1915 tarihinde yeniden emekli olan Tümgeneral Cavit Bey katıldığı Balkan ve Birinci Dünya Savaşlarında gösterdiği yararlılık nedeni ile Dördüncü Dereceden Osmani Nişanı, Altın Madalya ve Üçüncü Dereceden Mecidî Nişanı ile ödüllendirildi.

23 Aralık 1932 tarihinde vefat eden Cavit bey askerlik sonrası siyasete atılarak; TBMM II. Dönem Samsun ve IV. Dönem Bursa milletvekilliği yaptı.

Kaynak-Gnl.Kur.Başklığı

5 Eylül 2020 Cumartesi

ANITKABİR

Atatürk'ün 10 Kasım 1938'deki vefatının ardından, 13 Kasım'da Atatürk'ün naaşının Ankara'da inşa edilecek bir anıt mezara defnedileceği ve bu inşaat tamamlanana kadar naaşın Ankara Etnografya Müzesi'nde kalacağı açıklandı.

Anıt mezarın inşa edileceği yeri belirlemesi amacıyla hükümet tarafından kurulan komisyonun raporu doğrultusunda, 17 Ocak 1939'da toplanan Cumhuriyet Halk Partisi meclis grubu toplantısında Anıtkabir'in Rasattepe'ye inşa edilmesine karar verildi. Bu kararın ardından arazine kamulaştırma çalışmaları başlatılırken, Anıtkabir'in tasarımını belirleme amacıyla 1 Mart 1941'de bir proje yarışması başlatıldı. 2 Mart 1942'de sona eren yarışma sonrasında yapılan değerlendirmeler sonucunda, Emin Onat ve Orhan Arda'nın projesi birinci olarak belirlendi.

Proje, birkaç farklı dönemde yapılan birtakım değişikliklerle, Ağustos 1944'te gerçekleştirilen temel atma töreniyle uygulanmaya başlandı. Dört kısım hâlinde gerçekleştirilen inşaat; yaşanan birtakım sorunlar ve aksaklıklar nedeniyle planlanandan ve hedeflenenden geç olarak Ekim 1952'de tamamlandı.

10 Kasım 1953'te ise Atatürk'ün naaşı buraya nakledildi.

2 Eylül 2020 Çarşamba

EBULFEZ ELÇİBEY (1938-2002)


24 Haziran 1938 tarihinde Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin Ordubad ilinin Keleki köyünde doğdu. İlkokul ve liseyi Nahçıvan'da okuyan Elçibey, 1957'de Azerbaycan Devlet Üniversitesi Doğu Bilimler Fakültesi Arap Filolojisi Bölümünü kazandı. Elçibey, buradan mezun olduktan sonra 1963-1964 yıllarında ise Mısır'da tercüman olarak görev yaptı. 1965'te ülkesine dönerek mezun olduğu üniversitede akademik kariyerini sürdüren Elçibey, 1969'da "Tolunoğulları devleti (868-905)" konulu doktora tezi yazdı. Elçibey, 1968-1975 yıllarında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Asya ve Afrika Ülkeleri Tarihi Bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı.

Elçibey, öğretim görevlisi olarak çalıştığı dönemde öğrencilerine Türkçülük ve bağımsızlık duygusu aşılamaya çalıştı. Bu durum Devlet Güvenlik Servisinin (KGB) dikkatinden kaçmadı ve gözaltına alındı. 1975'te Sovyetler Birliği karşıtı propoganda yapmak suçundan tutuklandı. Bir yıl 7 ay siyasi tutuklu olarak hapis hayatı yaşadı ve taş ocakları gibi ağır işlerde çalıştırıldı.

Elçibey, hapisten çıktıktan sonra Azerbaycan Bilimler Akademisi Elyazmalar Enstitüsünde araştırma görevlisi olarak çalıştı. 1988'de Azerbaycan'da Sovyetler Birliği karşıtı halk hareketi başladı ve Elçibey bu hareketin önderleri arasında yer aldı. Halk hareketi 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi (AHC) ismi altında kurumsallaştı ve Elçibey AHC başkanı oldu.

7 Haziran 1992'de yapılan seçimlere AHC adayı olarak katılan Elçibey yüzde 60.9 oyla Azerbaycan Cumhurbaşkanı seçildi. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra milli devlet kurma yolunda çalışmalara başlayan Elçibey, Sovyet Rus ordusunu Azerbaycan'dan çıkarmayı başardı ve milli ordu kurdu. Elçibey'in cumhurbaşkanlığı döneminde milli para basılarak devreye sokuldu, Kiril alfabesinden Latin alfabesine geçildi. Ebülfez Elçibey, cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye ile yakınlaşmayı Azerbaycan dış politikasının önceliği haline getirdi.

Cumhurbaşkanı olduktan sonra ilk yurt dışı ziyaretini 24-27 Haziran 1992'de Türkiye'ye gerçekleştiren Elçibey, TBMM'de yaptığı bir konuşmada takip ettiği yolun "Mustafa Kemal'in yolu" olduğunu vurguladı. Anıtkabir'e gerçekleştirdiği ziyarette de hatıra defterine, "Ey büyük Türk, büyük komutan. Sizi ziyaret etmekle kendim ve milletim adına onur duydum. Senin askerin Elçibey" ifadelerini yazdı.

Ermenistan ordusunun Dağlık Karabağ'da gerçekleştirdiği saldırılar ve iç karışıklıklar nedeniyle Elçibey'in cumhurbaşkanlığı uzun sürmedi. Haziran 1993'te Albay Suret Hüseynov'un Gence'de isyan çıkarması üzerine ülkede iç savaş tehlikesi doğdu ve Elçibey bu durumu önlemek için görevini bırakarak doğduğu Keleki köyüne gitti.

Elçibey yaklaşık 4,5 yıl Keleki'de yaşadıktan sonra 1997'de Bakü'ye döndü ve artık siyasi partiye dönüşen Azerbaycan Halk Cephesi Partisi genel başkanı olarak mücadelesi sürdürdü.
Yaşamının son dönemlerini ağır hastalıkla mücadele ederek geçiren Elçibey, 22 Ağustos 2000'de tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi'nde hayatını kaybetti.

13 Ağustos 2020 Perşembe

İSKİTLER

İskitler, kökenleri Sümerler’e dayanan ve Sümerler'in tarih sahnesinden silinmeleriyle batıya göçen Ön Türk toplumlarından bir tanesidir. İskitler ile yakın ilişkiler kurmuş olan ve bunu yazılı belgelere de döken Yunanlılar bu topluluk için pek çok bilgi vermektedir. Medeniyetler Tarihi konusunda bir otorite olarak kabul edilen Herodot da İskitler döneminde yaşamıştır. Ünlü tarihçi İskitler’in Türk olduğuna dair önemli kanıtlar sunmuştur.

İskitler’in Türk olduklarına dair en önemli kanıt kurganlardır. Ön Türklerde kurgan, ilgili topluluğun Turanid kavminin bir parçası olunduğunun simgesidir. Ölümden sonraki hayata olan inancı simgeleyen kurganlar, devlet büyüklerinin mezarlarını korunaklı hale getiren anıtlardır. Hizmetkarlarının mezarı ise kurganların yakınına konumlandırılmıştır.

Genetik bilimi ışığında elde edilen bilgiler İskit genlerinin melezleşmeksizin müstakilen Türk coğrafyasında bulunduğunu ortaya koymuştur. Onların İç Asya’dan Anadolu’ya gelişlerini, göç hareketleri ve Kafkasya-Anadolu hattındaki kurganları inceleyen Dr. J.D. Kimball, İskitler’in kadın savaşçıları üzerinde araştırmalarda bulunmuştur. İskitler tarihe altın ustası olarak geçmişlerdir. Yarattıkları eserlerden altın elbiseli kadın bir dünya hârikasıdır. Pazırık qurganından çıkan Pazırık Semer halısı , Türk halı san’atının şaheserlerinden biridir ; Batı bunu hemen İran kültürüne bağlamak istemiştir.Fakat, Halının ortasında 24, iç çerçevesindeki 62 sayıda OQ-OĞ damgaları 2’nci iç çerçeveyi süsleyen 65 adet ÖG-AT damgası vb,  halının Öz-Türk eseri olduğunun ispatıdır.

Kaynak Yeniçağ

10 Ağustos 2020 Pazartesi

CENGİZ TOPEL (1934-1964)

Cumhuriyet döneminin ilk hava harp şehidi olan ve Trabzon kökenli bir aileden gelen Cengiz Topel; Kocaeli/İzmit’te 2 Eylül 1934 tarihinde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamlayarak, 1953 yılında Kuleli Askeri Lisesinden ve Kuleliden sonra girdiği Kara Harp Okulundan 1955 yılında mezun oldu. Asteğmen rütbesi ile hava sınıfına ayrıldı ve Pilotaj eğitimi için Kanada’ya gönderildi.

1957 yılında Kanada’dan pilot olarak yurda dönen Cengiz Topel Merzifon 5. Ana Jet Üs Komutanlığı'nda pilot teğmen olarak göreve başladı. 1961 yılında pilot üsteğmen olarak Eskişehir 1. Hava Ana Jet Üssü’ne atandı. 1963 yılında yüzbaşılığa terfi etti.

8 Ağustos 1964 tarihinde Kıbrıs Harekatı sırasında Eskişehir’den Kıbrıs’a, kol komutanı olarak gönderildi. F-100 uçağıyla harekat esnasında uçağı yerden isabet alarak düşürüldü. Paraşütle atlamayı başardı, fakat Rumlar tarafından esir alındı.

Uluslararası savaş hukukunun esirleri kapsayan maddelerine aykırı olarak yapılan işkenceler sonucu hayatını kaybetti. Kıbrıs'taki ilk Türk hava harp kaybı olan Cengiz Topel'in hastanede öldüğü açıklandı, ancak naaşı ısrarlı girişimler sonucu ve şehit edildikten 4 gün sonra 12 Ağustos 1964 tarihinde Rumlardan alınabildi. Naaşı üzerinde yapılan incelemede, Birleşmiş Milletler Barış Gücü denetiminde ağır işkenceler ile şehit edildiği anlaşıldı.

1 Ağustos 2020 Cumartesi

SÜTCÜ İMAM (1871-1922)

 Sütcü İmam 1871 yılında Maraş’ta (Kahramanmaraş) doğdu, asıl adı İmam Ali'dir. Süt satarak geçimini sağladığı için "Sütçü" diye çağrılmıştır. 

31 Ekim 1919 tarihinde Kahramanmaraş'ta düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş'taki kurtuluş hareketini başlatmıştır.

Kurtuluştan sonra sütçülüğe devam eden Sütcü İmam Ali 25 Kasım 1922 tarihinde vefat etmiştir.

3 Temmuz 2020 Cuma

3 TEMMUZ; MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN ERZURUM'A GELİŞİNİN 101 NCİ YILDÖNÜMÜ

Atatürk'ün kaleminden o günler;


Sivas'ta kurulan örgütler ve yapılacak işler üzerine gerekenlere yönerge verdikten sonra hiç uyumadan geçen 27/28 gecesinin sabahında bir bayram günü, Sivas'tan Erzurum'a doğru yola çıkıldı.

Bir haftalık sıkıntılı bir otomobil yolculuğundan sonra 3 Temmuz 1919 günü, halkın ve askerin içten gelen gösterileri arasında, Erzurum'a varıldı. İstanbul Hükümetinden gelebilecek yıkıcı bildirimleri denetlemek ve durdurmak için haberleşme kanalı olan önemli merkezlerde gereken önlem ve düzenleme alınması için bütün komutanlara, 5 Temmuz 1919 tarihinde buyruk verdim. (belge: 29)

Komutan, Vali ve Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi ile görüşüldü. Vali Münir Bey, İstanbul Hükümetince görevinden çıkarılmıştı. Gitmeyip Erzurum'da kalmasını bildirmem üzerine daha Erzurum'da bulunuyordu. Bitlis valiliğinden ayrılıp İstanbul'a gitmek üzere Erzurum'dan geçen Mazhar Müfit Bey de Münir Bey gibi Erzurum'da beni bekliyordu.

Ulusal Amaç Yolunda Ortaya Atılmak Kararı

Bu iki vali beyle, On Beşinci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve yanında bulunan Rauf Bey, eski İzmit Mutasarrıfı Süreyya Bey ve karargâhımdan Kurmay Başkanı Kâzım Bey ve Kurmay Hüsrev Bey, Doktor Refik Bey arkadaşlarımla önemli bir görüşme yapmayı uygun gördüm. Kendilerine genel ve özel durumu ve tutulması zorunlu olan yolu anlattım.

Bu arada en elverişsiz durumları, genel ve kişisel tehlikeleri, her olasılığa göre nelerin göze alınması zorunlu olacağını açıkladım: "Ulusal amaçlarla ortaya atılacakların yok edilmesini düşünenler bugün yalnız Saray, İstanbul Hükümeti ve yabancılardır. Ama bütün halkın aldatılabileceğini ve bize karşı duruma çevrileceğini de düşünmek gerektir. Önder olacakların her ne olursa olsun, amaçtan dönmemeleri, ülkede barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye değin amaç uğrunda özveriyi sürdüreceklerine işin başında karar vermeleri gerekir. Yüreklerinde bu gücü duymayanların işe girişmemeleri çok daha iyi olur. Çünkü, böyle bir durumda hem kendilerini ve hem de ulusu aldatmış olurlar.

Bir de, söz konusu görev, resmi makam ve üniformaya sığınarak el altından yapılamaz. Böyle bir tutum, bir ölçüye değin yürüyebilir. Ama, artık o dönem geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun, bu sese katılmasını sağlamak gerektir.

Benim, görevden çıkarıldığım ve her türlü sonuçla karşı karşıya bulunduğum kuşku götürmez. Benimle açıkça işbirliği yapmak, o sonuçları şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz durumun istediği adam, daha birçok bakımlardan da, ille ben olabilecekmişim gibi bir iddia yoktur. Yalnız, her halde bu ülke çocuklarından birinin ortaya atılması zorunlu olmuştur. Benden başka bir arkadaş da düşünülebilir. Yeter ki o arkadaş, bugünkü durumun gerektirdiği yolda yürümeyi kabul etsin." dedim.

Bu konuşma ve açıklamadan sonra hemen bir karar almak uygun olmayacağından bir süre düşünmek ve özel konuşmalar yapabilmek için görüşmelere son verdiğimi bildirdim.

Yeniden toplandığımızda, işin başında benim bulunmamı istediler ve kendilerinin bana yardımcı ve destek olacaklarını bildirdiler. Yalnız bir arkadaş, Münir Bey, önemli özrü dolayısıyla bir süre için kendisinin eylemli (fiilen) görev almaktan bağışlanmasını rica etti. Ben, görünüşte görevden ve askerlikten ayrıldıktan sonra, şimdiye değin olduğu üzere, üst komutan imişim gibi buyruklarımın yerine getirilmesinin başarı için temel koşul olduğunu söyledim. Bu da eksiksiz onaylandıktan sonra toplantıya son verildi.

Baylar, İstanbul'da Genelkurmay Başkanlığı katında, görevden ayrılan Cevat Paşa ile göreve başlayan Fevzi Paşa'dan ve Barış Hazırlıkları Komisyonunda (İstihzaratı Sulhiye Komisyonu) çalışan İsmet Bey'den başlayarak, Erzurum'a gelinceye değin, her yerde gördüğüm ve karşılaştığım komutan, subay, her türlü devlet adamları ve ileri gelen kişilerle, burada, Erzurum'da yaptığım gibi görüşmeler ve anlaşmalar yapmıştım. Bunun yararını değerlendirebilirsiniz.

Erzurum Kongresi Hazırlıkları

Erzurum'a varışımın ilk günlerinde, Erzurum Kongresinin toplanmasını sağlamak için gerekli önlemleri almakla uğraşmaya önem verildi.

Baylar, Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyetinin, 3 Mart 1919 günü, bir çalışma kurulu meydana getirilerek kurulmuş olan Erzurum şubesi, Trabzon ile de anlaşarak 1919 yılı Temmuzunun onuncu günü Erzurum'da bir Doğu İlleri Kongresi (Vilâyatı Şarkiye Kongresi) toplamaya girişti. Benim, daha Amasya'da bulunduğum günlerde, Haziran içinde doğu illerine delege göndermeleri için öneri ve çağrı mektubu yolladı. İllerden delege getirtilmesi için, o günden başlayarak benim Erzurum'a varışıma değin ve ondan sonra da, bu konuda olağanüstü çaba gösterdi.

Ama, o günlerin koşulları içinde böyle bir amacın gerçekleştirilmesindeki güçlüğün büyüklüğü, kolaylıkla anlaşılır. Kongrenin toplanma günü olan 10 Temmuz yaklaştığı halde illerden gerekli delegeler seçilip gönderilmiyordu.

Oysa, bu kongrenin toplanmasını sağlamak artık pek önemli bir iş olmuştu. Bundan dolayı, sağlam girişimler yapmamız gerekti.

İllerin her birine bildirimler yapmakla birlikte, bir yandan da kapalı tellerle valilere, komutanlara gereği gibi bildirimler yapıldı. Sonunda, onüç gün gecikme ile yeterince delege toplanması başarıldı.

Baylar, ulusal çabayı ordunun desteklemesi, askeri ve ulusal çalışmaları birbiriyle düzenli duruma getirmek, önemli bir konu idi.

Trabzon'daki tümeni, komutan vekili yönetiyordu. Asıl komutanı Halit Bey Bayburt'ta gizlenmişti. Halit Bey'i gizlendiği yerden çıkarmak, iki bakımdan gerekli idi. Biri ve en önemlisi, Ìstanbul'a çağrılmanın ve bu çağrıya gitmemenin korkulacak, gizlenilecek nitelikte olmadığını halka ve özellikle askerlere gösterek içgücünü (kuvvei mâneviyeyi) yükseltmek gerekiyordu. Bir de, kıyıda önemli bir yer olan Trabzon'a dışarıdan bir saldırı olursa oradaki tümenin başında ateşli bir komutan bulundurmak uygun olacaktı.

Bunun için Halit Bey'ì Erzurum'a getirttim. Ona, kendim, özel bir yönerge verdikten sonra, gerektiğinde hemen tümenin başına geçmek üzere Maçka'da bulunması için buyruk verdirdim.

Biz bu işlerle uğraşırken, bir yandan da İstanbul'da Harbiye Nazırlığı makamında bulunan Ferit Paşa'nın ve Padişahın, İstanbul'a dönmemi sağlamak için sürüp giden aldatıcı tellerine de, türlü karşılıklar vermekle zaman yitirmek zorunda bulunuyorduk.

Resmi Görev ve Yetkileri Bırakarak Ulusun Sevgisine, Cömertliğine ve Yiğitliğine Güvenmek ve Böylece Göreve Devam Etmek Kararı

Harbiye Nazırlığı: "İstanbul'a gel" diyordu. Padişah: "Önce hava değişimi al, Anadolu'da bir yerde otur; ama bir işe karışma." diye başladı. Sonunda, ikisi birlikte: "İlle gelmelisin" dedi.

"Gelemem" dedim. En sonra, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, Sarayla açılan bir telgraf başı konuşması sırasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Hazirandan 8 Temmuza değin, bir aydır süren oyun sona erdi. İstanbul, o dakikada benim resmi görevime son vermiş oldu; ben de o dakikada, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 10.50 sonrada (22.50'den sonra) Harbiye Nazırlığına, saat 11.00 sonrada Padişaha görevimle birlikte askerlik mesleğinden çekildiğimi bildiren telleri çekmiş oldum.

Durumu, ordulara ve ulusa kendim bildirdim. O günden sonra resmi görev ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız ulusun sevgisine, şefkat ve cömertliğine güvenerek onun bitmez verim ve güç kaynağından (feyz ve kudret menbaından) esin ve kuvvet alarak vicdan görevimizi yapmaya devam ettik.

Kaynak-Nutuk

Fazıl Hüsnü Dağlarca ise o günleri şöyle anlatıyor.

Yürüdük Erzurum'a doğru
Birkaç tüfek beraber.
Kartallar dolaştı al doruklardan
Kondu cana.

90'lık ihtiyarlar vardı
19 yaşa değer
Kolları rüzgar gibiydi vallah
Bakışları benzerdi ummana .

Palandöğencek ışıldar idi,
Paslanmış bir hançer.
Çıktı bir hançer,dadaş, tarihten
Alana.

Ana vatan duyulurdu sonsuz,
Havada yapı, havada mermer;
Aziziye tabyasından, Ana ana.

Kimi bebesinden geçmiş
Kimi gayrı ot yer
Kiminin kopmuş ayağı 1328'de.
Adımını verir sana.

Bir toplandık bütün gönüllercek
Kişi kişiden er.
Ayırt edilmezdi kaya, öküz, oğul,
At,kız,torun, dana.

Katılırdı soru taşın
Katılırdı toprağın içindeki fer.
Döküle döküle bulut
Felek dolana dolana.

Bir kongre ettik ki,
Çok ağrıdı düşünceler.
Düşüncelerin açışından
Alınlar boyandı kana.

Söyler ahını memleketin
Söyler.
Erzurum,
Dağcana.

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

2 Temmuz 2020 Perşembe

ALAY TABİBİ YZB. DİMİTROYATİ

57. Alay Şehitliğinin içerisinde Türk ordusunda görev yapan ve burada yatan Rum asıllı Dimitroyati’nin mezar taşı bulunmaktadır.

Alaya ölümüne taarruz emri verilmiştir. Tüm subay ve erler ölüme, şehadete hazırlanmaktadırlar. Yüzbaşı Dimitroyati yanında Kur’an okuyan çavuşa seslenerek;

– "Çavuş şu Kur’an-ı bana versene!"

– "Hayırdır Komutanım. Müslüman mı oldun?"

– “Yok, vre çavuş. Az sonra taarruza kalkacağız ve hepimiz öleceğiz. Biz öldükten sonra bizim cesetlerimizi gömmeye gelenler benim künyemi görünce gâvur zannedip beni düşmanın yanına gömmesinler. Ben bu ülke için yaşadım. Bu ülke için vuruştum ve bu ülke için öleceğim. Vasiyetimdir beni Mehmetçikten ayırıp başka bir yere gömmeyin."

Kur’an-ı alır. Artık o da burada Mehmetçik ile yan yana yatmaktadır.

M.KAZIM KIZILTUĞ'dan ATATÜRK ANISI


Öğretmenimiz Mim Kâzım (Kızıltuğ) anlatıyor:

-“Kış aylarının kasvetli günlerinden biriydi. Okulda yatılı öğrenciydik. Dersimiz Tarih’ti. Kıymetli öğretmenimiz Cemal Bey:

-"Çocuklar, size başımdan geçen, hayatımda asla unutamayacağım bir hatırayı anlatacağım" dedi ve sözüne şöyle devam etti:

-"1930 yılında gene böyle bir yatılı okulun Tarih muallimi idim. Dersimiz, Yeni Çağlar idi. Ben hararetli bir şekilde konuyu anlatıyor, misaller göstererek öğrencileri bilgilendiriyordum. Birden kapı açıldı, içeriye okul müdürü ile Büyük Gazi girdi. Heyecanlanmış ve şaşırmıştım. Dersi keserek yanına gittim. Hoş geldiniz Paşam.” dedim.

Bana ve öğrencilere tebessümle iltifat ederek:

-"Hocam dersinize devam ediniz" dedi.

Dersten sonra Müdürlük odasında toplanmıştık. Gazi, Tarih öğretmenlerine hitaben dedi ki:

-"Sizler, üzerinize büyük bir mesuliyet almış bulunuyorsunuz. Genç dimağlar, ancak sizlerden ilham alacak ve kurtulan vatanı mamur kılacaklardır. Bir talebe, cebirden bir formül unutabilir, kimyadan belki bir madeni hatırlayamaz. Fakat efendiler; bir talebe, tarihini asla unutmamalıdır ve ona tarihi unutturulmamalıdır. O talebe, şanlı tarihinin bir sahifesini unuttuğu gün, memleket uçuruma yuvarlanıyor demektir. İşte kıymetli tarih muallimi efendilerden isteğim şudur ki, verdikleri derslerin mesuliyetini idrak etsinler ve ona göre ellerine teslim edilen genç dimağlara hakikatleri işlesinler. Bu yapıldığı gün, Tarih muallimleri, memlekete en az kanını tarihi için dökmüş kahramanlar kadar hizmet etmiş olurlar. Aksi halde kabahat tarihini bilmeyen gençte değil, muallimdedir. Bunu asla affetmem.”


Kaynak:Atatürk’e Ait Hatıralar: Cumhuriyet Gazetesi Yayını, İstanbul: Cumhuriyet Matbaası, 1949, s.149-150

1 Haziran 2020 Pazartesi

1 HAZİRAN 1915 ATATÜRK ALBAYLIĞA YÜKSELDİ

1915’in Ocak ayı sonlarına kadar Sofya’da görevini sürdüren Atatürk az zaman önce başlayan Birinci Dünya Savaşı’nın seyrini yakından takip ederek, Osmanlı’nın İttifak Devletleri’nin yanında savaşa girmesiyle üstlerinden kendisine faal bir görev verilmesini istedi. Uzun ret cevaplarına rağmen ısrarı üzerine Başkumandanlık onu Tekirdağ’da oluşacak 19. Tümen Komutanlığına tayin etti. 

Gelibolu’daki 5. Ordunun başına geçen Alman Generali Liman von Sanders oluşabilecek düşman taarruzuna karşı kendi kuvvetlerini üç gruba ayırarak, Mustafa Kemal'in komuta ettiği kuvvetleri ordu ihtiyatına dahil etti ve Mustafa Kemal bu plan üzerine 18 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale’deki Bigali ilçesine karargahını kurdu.. 

Düşman birliklerinin 25 Nisan 1915’teki çıkarmasının ardından Mustafa Kemal kuvvetlerini Conkbayırı’na sevk ederek  taarruzu geçti ve İngiliz askeri geri çekilmek zorunda kaldı. İşte Atatürk “Ben, size taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar geçebilir!” emrini verdiği bu tarihi dönemde, Çanakkale Cephesi’ndeki üstün başarıları sayesinde 1 Haziran 1915’te Albaylığa terfi ettirildi.

Kaynak:listelist.com

8 Mayıs 2020 Cuma

ATATÜRK VE EZAN

I. Dünya Savaşı’nda yedek subay olarak Edirne'de bulunan; Tanbûrî, bestekâr, hâfız ve hattat Kemal Batanay anlatıyor:

Soğuk bir kış günü cuma namazı için hazırlık yaptıktan sonra biraz erken Edirne'de Osmanlı döneminden kalma Üç Şerefeli Cami'ye gittim. Cami avlusu cuma için hareketlenmiş, cemaat camiye girmeye başlamıştı. İçimde camiye girip Kur'an okumak arzusu uyandı. Doğruca müezzin mahfilinde yer almış bulunan müezzinlere yaklaşarak hâfız olduğumu ve Kur'an okumak istediğimi söyleyerek izin istedim.

-“Bir subay, hem de hâfız” diyerek çok sevindiler ve:

- “Tabii lütfedersiniz, buyurunuz, okuyunuz efendim” dediler.

Mahfile çıktım aralarında yer açtılar. Oturdum ve Kur'an okumaya başladım. Kısa zamanda da cami lebâlep doldu. Cemaat huşû içinde sessizce beni dinliyordu. Cuma saati geldi, ezan okundu ve ilk sünnet kılındı. Müezzinbaşı iç ezanı da benim okumamı işaret etti. Bu teklifi kabul ettim. Bütün vücudumu dinî bir heyecan sarmıştı. Hicaz makamında müessir bir ezan okudum. Namaz bittikten sonra cemaatin büyük ilgi ve sevgi gösterisi arasında kalmışken bir asker bana yaklaşarak:

- “Efendim, kumandanım sizi istiyor” deyince “Eyvah resmî elbise ile ezan okuduğum için usule aykırı bir iş yaptık” galiba diye endişe ve korkuya kapıldım.

Maiyeti ile avluda bekleyen kumandana yaklaştım. Bu Anafartalar'da savaşın akışını değiştiren dâhi, efsane kumandan Albay Mustafa Kemal idi. Heyecanım bir kat daha arttı. Ne ile karşılaşacağımı bilemiyordum. Bana:

- “Oğlum terbiye görmüş güzel bir sesin var. Okuduğun ezanı çok beğendim ve duygulandım. Seni tebrik ederim” deyince biraz rahatladım.

- “İsmin?”

- “Kemal Efendim”

- “Adaşmışız. Hangi kıtada bulunuyorsun?”

- “Efendim, 16. Telgraf Bölüğü’nün hesap memuru olarak tayin edildim.”

Yaverine:

- “İsmini ve kıtasını yaz” dedi, sonra bana dönerek:

- “Oğlum! Edirne'de kaldığımız süre içinde ben cuma namazına hangi camiye gidersem sen de o camiye gelerek kuran ve ezan okurmusun?”

- “Baş üstüne efendim” diyerek kumandanı selâmladım.

Sonra Mustafa Kemal maiyetiyle beraber camiden uzaklaştı. Hafta içinde yaveri Ali Rıza Bey beni arayarak Mustafa Kemal'in cuma namazı için Selimiye Camii'ne gideceğini ve benim de orada hazır bulunmamı Kur'an ve ezan okumamı, ayrıca durumun cami görevlilerine de bildirildiğini söyledi. 

Cuma günü erkenden hazırlık yaptım. Selimiye Camii’ne gittim. Mimaride hacim, çizgi ve en güzel ölçülerin gerçekleştirildiği bir cami, dinî heyecanın en yüksek seviyeye ulaştığı bir mekân. Bu mâbedde Kur'an ve ezan okumayı ne kadar çok arzu etmiştim. Bu duygular içinde doğruca müezzin mahfiline çıktım. Müezzinbaşıya kendimi tanıttım. Bilgisi olduğunu, istediğim zaman Kur'an okumaya başlayabileceğimi söyledi. Mânen de okumaya hazırdım. Cuma vakti girinceye kadar Kur'an okudum. Sesime hâkim ve rahattım. Caminin iç mekânının güzellik ve ihtişamı, cemaatin kalabalık oluşu da beni coşturdu, okuyuşuma heyecanıma tesir etti. Duyduğum zevk ve huzuru anlatamam. İç ezanı da aynı hal içinde aşkla okudum.

Namaz çıkışı etrafımı saran meraklı, takdir ve hayranlıklarını ifade eden cemaat arasından yine avluda maiyetiyle beni bekleyen Mustafa Kemal'e selâm verdim. Elini uzattı, hemen elini öptüm. Bana:

- “Oğlum! Bugün yine bizi yaktın. Gelecek haftaya hangi camiye gidersem haber göndereyim sen de oraya gel.”

Ertesi hafta Eskicami’ye gitmem emredildi. Orada da Kur'an ve ezan okudum.

Hafta arası görev başındayken bir telefon geldi. Yüzbaşı Ali Rıza Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın yatsı namazından sonra ikametgâhında beni beklediğini, kendisinin de bana refakat edeceğini bildirdi. Ali Rıza Bey'le buluşarak Mustafa Kemal'in huzuruna çıktık. Oturmamı ve rahat olmamı söyledi. Sonra söz mûsikiden açıldı. Mûsikiyi kimlerden ve hangi eserleri meşkettiğimi sordu. Sonra bana:

- “Birkaç eser oku da dinleyelim” dedi.

- “Efendim, daha çok klasik formda eserler geçtim” dedim ve Dellâlzâde İsmâil Efendi'nin, Isfahan makamında nakış yürük semâisini okumaya başladım.

"O güzel gözlerine hayran olayım, O şirin sözlerine hayran olayım."

Sonra Tab‘î Mustafa Efendi'nin bayatî nakış ağır semâisini okudum.

"Çıkmaz derûn-ı dilden efendim muhabbetin, Kurbanın olduğum, bize yok mu mürüvvetin."

Mustafa Kemal de hafif bir sesle hatasız, usul vurarak bana eşlik etti. Kendisi, Leylâ Hanım'ın (Saz), hüzzam makamında:

"Harâb-ı intizar oldum aman gel aman gel Yeter üzme efendim her zaman gel heman gel" şarkısını usul vurarak okumaya başladı. Benim de okumamı istedi.

Mûsiki faslı böylece gece geç vakte kadar devam etti. Onun mûsiki bilgisi, zevki ve eserlere hâkimiyeti bende büyük hayranlık uyandırdı. Bende derin izler bırakan bu hâtırayı hiç unutamam. Onun Osmanlı kültürü içinde yetişmiş, yoğrulmuş bu şahsiyetine daima hayranlık duymuşumdur.

Kaynak: Elif Ömürlü Uyar

1 Mayıs 2020 Cuma

1 MAYIS 1921 "TÜRKİYE'DE 1 MAYIS"

Halk İştirakiyyun Fırkası'nın organizasyonu ile tersane İşçileri, işgal altındaki İstanbul'da 1 Mayıs'ı kutladı.  Kasımpaşa’dan Şişli Hürriyet-i Ebediye Tepesi’ne kadar yürüdüler.  

23 Nisan 2020 Perşembe

23 NİSAN 2020 "Atatürk'ün Meclisinin açılışının 100 ncü yılı kutlu olsun."

23 Nisan 1920, Türk milletinin iradesini temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisinin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini ilan ettiği tarihtir.

Atatürk, 23 Nisan 1924 tarihinde  '23 Nisan' gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiştir. Bu tarihten 5 yıl sonra 23 Nisan 1929 tarihinde ise Atatürk bu bayramı çocuklara armağan etmiştir ve 23 Nisan ilk defa 1929 yılında Çocuk Bayramı olarak da kutlanmaya başlanmıştır. 1979'da, yine ilk olarak altı ülkenin katılmasıyla uluslararası boyuta taşıdığımız bu milli bayramımıza, ortalama olarak her yıl kırkın üzerinde ülkeden gelen ve Türk çocuklarının misafiri olan yabancı ülke çocukları da katılmaktadır.

Dünya’da çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye’dir.

Türk milletinin gönlünde, onun bağımsızlığının sarsılmaz ifadesi olarak en önemli yeri işgâl eden 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, her yıl yurdumuzda ve yurtdışındaki temsilciliklerimizde, bütün kurumlarımızda, okullarımızda ve her evde çeşitli etkinliklerle kutlanarak milli birliğimizin kenetlenmiş ifadesini temsil etmektedir.

Büyük önder Atatürk’ün düşüncesinde çocuklar, milletin geleceğidir. Onlara duyduğu sarsılmaz güvenin ve büyük sevginin ifadesi olarak, ilk milli bayramımız olan 23 Nisan çocuklara armağan edilmiştir.

Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni nesillerce öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisanlar, önemli birer vesiledir.

Milletimize ve bütün çocuklara kutlu olsun.

3 Nisan 2020 Cuma

3 NİSAN 1930

 
Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanıyan yeni Belediyeler Kanunu 3 Nisan 1930 tarihinde kabul edildi.

2 Nisan 2020 Perşembe

ANKARA ATATÜRK KONUTU VE DEMİRYOLLARI MÜZESİ

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Ankara Gar Kompleksi içinde yer alan, 1892 yılında Bağdat Demiryolunun yapımı sırasında inşa edilen Direksiyon Binası, 27 Aralık 1919 tarihinde Ankara’ya gelişinden itibaren Başkomutanlık Karargâhı ve konutu olarak Atatürk’ün emrine tahsis edilmiştir.

TCDD Atatürk’ün aziz hatırasını yaşatmak amacıyla, Ata’nın birinci ölüm yıldönümünü hatırlatan posta pullarına da geçen ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde seçkin bir yeri olan bu binayı yeniden düzenleyerek, 24 Aralık 1964 tarihinde müze olarak halkın hizmetine açmıştır. Milli Mücadelede Atatürk Konutu ve Demiryolları Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı denetiminde bulunan özel müze statüsündeki ilk kurum müzesi olma özelliğine sahiptir.

Özgün kilit kemerli, köşeleri taş dekorlu ve çatı saçakları ahşap olan taş bina, iki katlı olarak tasarlanmıştır. Kilit kemerli pencere dekorları yalın olmakla beraber binadaki tek süs öğesidir. Müze, TCDD ve Milli Mücadele tarihine açılan kapılarıyla ziyaretçilerini dönemin ruhunu yaşamaya davet etmektedir. Giriş katı Demiryolları Müzesi olarak düzenlenen Atatürk konutunda, 1856 yılından günümüze uzanan demiryolları ile ilgili çeşitli belgeler, hatıra madalyaları, o dönemde kullanılan makaslar, ray örnekleri, yemekli ve yataklı vagonlarda kullanılmış olan gümüş servis takımları gibi eşyalar sergilenmektedir. Ayrıca Osmanlı döneminde kullanılan mühür, diploma, kimlik kartları, biletler, TCDD’nin tren işletmeciliğinde kullandığı lokomotif plâkaları, haberleşmelerde kullanılan telefon ve telgraf makineleri de ziyaretçilerin beğenisine sunulmaktadır.

Kurtuluş savaşı sırasında Ankara'da bulunan birkaç devlet binasından biri olan Direksiyon Binası şanlı mücadelenin tanığı olmaya devam ediyor. "Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir" fikrinin ilk kez telaffuz edildiği, önemli tarihi kararların alındığı bu binayı ziyaret ettiğinizde sanki zamanda yolculuk yaparak mücadele yıllarına gidecek ve Cumhuriyetin kurulduğu yılların ruhuna tanıklık edeceksiniz.
Kaynak: kulturportali.gov.tr

14 Mart 2020 Cumartesi

İSTİKLAL MARŞI

1920 yılında zamanın Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü ordu adına, Milli Eğitim Bakan Vekili Dr. Rıza Nur’a memleket için bir milli marşın yazılmasını önerdi.

Yarışma Milli Eğitim Bakanlığının genelgesiyle okullara ve basın yoluyla da Türk şairlerine duyuruldu. Yarışmaya 724 parça şiir katıldı. Bunlardan 5 tanesi milli marş olmaya layık görülerek son elemeye bırakıldı.

-1-
Türk'ün evvelce büyük bir pederi
Çekti sancağa hilal-i seferi
Kanımızla boyadık bahr-ü berri
Böyle aldık bu güzel ülkeleri.

İleri, arş ileri, arş ileri
Geri kalsın vatanın kahbeleri.
Seni ihya için ey namı büyük
Vatanım uğruna öldük, öldük
Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük
Siper oldu sana dağlar gibi Türk.

Yürü, ey milletin efradı yürü
Ak süt emmiş vatan evladı yürü.

Vatan evladını kurban edeli
Milletin hür yaşamaktır emeli
Veremez kimseye bir Çamlıbel'i
Bağlanır mı acaba Türkün eli.

İleri, arş ileri, arş ileri
Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.

Hüseyin Suat

-2-
Göz yaşına veda et
Ey güzel Anadolu
Hakkını korur elbet
Türkün bükülmez kolu.

Cenk ederiz genç, koca
Bugün değil yarın da
Yadımız ağladıkça
İzmir ezanlarında.

Hak yolunda kan olur
Dünyalara taşarız
Ya şerefle vurulur
Ya efendi yaşarız.

Her gün yeni bir hile
Arkasında satıldık
Her gün yeni bir dille
Yurdumuzdan atıldık.

Yeter ey Kabemizi
Elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi
Yolumuzdan yalanlar.

Kemalettin Kami

-3-
Ey Müslüman, ey Türkoğlu
Açıldı İstiklal yolu
Benim bu son günlerimdir
Diyor size Anadolu.

Çek sancağı Türk ordusu
Olmaz Türkün can korkusu.

Esarete dayanır mı Türk vatanı, Türk namusu
Bu son savaş bize farzdır
Fırsatımız gayet azdır.

Muzaffer ol da ey millet
Altın ile tarih yazdır.

Birleşelim özümüzden
Dönmeyelim sözümüzden
Hem silelim bu lekeyi
Tarihteki yüzümüzden.

İskender Haki

-4-
Altı bin yıl efendilik yaptın
Kahraman Türk idi cihanda adın
Bir ateşten siperdin İslama
Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.

Ey büyük ünlü milletim ileri
Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri
Düşmanın bir cihansa dostun Hak
Hakkın elbette müstakil yaşamak.

Atıl, ez, vur, senindir istiklal
Ebedi parlasın şu al bayrak
Ey benim şanlı milletim ileri
Ele çiğnetme koş bu ülkeleri.

M

-5-
Yıllarca altı cephede ateşle kanlara
Türkün hilal-ü dinine düşman olanlara
Ceddin o, yıldırım gibi saldın zaman zaman
Yüksek başın eğilmedi bir an cihanlara.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-şitab
Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab.

Ey mazi-i havariki bin dasitan olan
Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan
Arslan yürekli ordu/ demir giy, silah kuşan
Zira hududu kapladı ateşle kan duman.

Arslan mücahit ordusu, ey haris-i salah
Destinde seyf-i hak gibi bin şanlı bir silah
Açtın sema-yı millete pür nur bir sabah
Ati bizim, bizim artık vatan, zafer, felah.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım şitab
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkilab.
  
Mehmet Muhsin

Para ödülü nedeniyle yarışmaya katılmayan Mehmet Akif ‘in ikna edilerek yarışmaya katılması sağlandı. Mehmet Akif’in şiiriyle birlikte diğer şiirler, askeri birliklere gönderilerek, asker üzerinde tesiri en fazla olan eserin Mehmet Akif’in şiiri olduğu belirlendi.


Mehmet Akif’in Marşı, Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Meclis’te okundu. Büyük bir coşkuyla dinlenen marş, sık sık alkışlarla kesildi. 12 Mart 1921 tarihinde öğleden sonraki oturumda KAHRAMAN ORDUMUZA ithaf edilen marş, İSTİKLAL MARŞI olarak kabul edildi.

İSTİKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettigi günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arsa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Mehmet Akif Ersoy

4 Mart 2020 Çarşamba

7 MART'I 8 MART'A BAĞLAYAN GECE NUSRAT MAYIN GEMİSİ DÜŞMAN GEMİLERİNİN PROJEKTÖRLERİNE ALDIRMADAN ANADOLU YAKASINDAKİ AKYARLAR'A MAYINLARINI BIRAKTI

Şu anda Tarsus'ta bulunan Nusrat Mayın Gemisi : 3 Eylül 1914'te Çanakkale'ye gelmişti. Almanya'da özel şekilde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Ancak Osmanlı Devleti'nin mali sorunları ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesiyle akıllara hayret verecek bir gerçekle karşılaşılmıştı.

6 Mart gecesi Cevat Bey, mayın grup komutanı Hafız Nazmi Bey'e "Oğlum, diyordu. Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat'le son 26 mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun."

Evet. Bu sefer mayınların boğazı kesecek şekilde değil de kıyıya paralel olarak Karanlık Limanına dökülmesi fikri, mayın uzmanlarının ince bir çalışmayla ortaya çıkardıkları mükemmel bir fikirdi. Çünkü düşman zırhlıları boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup ikmal yapmak için geriye dönerken arkadaki grupların yollarını kesmemek için boğazın en geniş yerlerinden biri olan Karanlık Liman'da manevra yapıyordu. İşte mayınlar da bu manevra sahasına kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da bir o kadar zordu.

Nazmi Bey, ertesi gün Nusrat mayın gemisi komutanlığı yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'yı buldu. Her iki subayda çok iyi arkadaştılar. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusrat'ın genç komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı için yerine bir başkasını görevlendirmeyi önceden Çanakkale müstahkem mevki komutanı Cevat Bey'in ısrarlarına rağmen, savaşın ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti.

7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusrat demir alarak Çanakkale'den uzaklaştı. Bütün ışıklarını söndürüp kıvılcım atmasın diye ocaklarını bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek hedefine doğru ilerliyordu. Gemi daha önce döşenen mayın hatlarından geçiyor ve Karanlık Liman'a giriyordu. Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Bir an, suyun yüzüne değen ışık silindirler hemen ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin yüzeyinde başka bir noktayı aydınlatıp derinlere inmekte ardından yine uzaklara gitmekteydi. Daha yakınlarda devriyeye çıkmış düşman gemilerinin projektör ve ışıldakları zaman zaman Nusrat'in olduğu kıyının karşısını noktalamaktaydı. Son kontroller bittikten sonra ilk mayın platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan son haddindeydi. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi, Nusrat'in elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.

Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattını hazırlanacağı noktalara geldiler. Teker teker sessizce elinde kalan son 26 eski tip mayını suya bırakmaya başladı. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yer almaya başladılar. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Makineler tekrar ulaşabilecekleri en yüksek devirde çok hızlı tempoda çalıştırılmıştı. Şimdi en az mayınlar dökülüşü kadar tehlikeli olan geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önceki dökülen mayınlar ve düşman devriye gemileri Nusrat'in yolu üzerinde kol geziyordu.

Bir an için Nusrat'in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Büyük olasılıkla düşman zırhlıları geri dönmüşlerdi ve devriye görevine devam etmekteydiler. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusrat'i görecekler ve her şey bitecekti. Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı. Karalığı yaran projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık dalgası kıyıları, dalgaları taraya taraya, arada bir durarak, arada bir gerileyerek ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kılıcına dönüşmüş, Nusrat'in böğrüne saplanacaktı ki bir mucize gerçekleşti.Ölüm ve ışık dalgasını içine girmelerine saniye kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı.

Bizim kıyıda birden bire yana projektörümüz birkaç saniye içinde, düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. İki projektör şimdi göz gözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu ışık kavgası Nusrat'e yaşam umudunu geri verdi. Şimdi karşıyaşan iki projektör, iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir savaşa başladılar. Düşman projektör, kurtulmak için yoğun çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusrat, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından sessizce sıyrıldı. Olanca islim üstünde, Çanakkale yönünde yol almaya başladı.

Tehlike geçmiş verilen görev büyük bir başarıyla yapılmıştı. Nazmi Bey büyük bir sevinçle kader arkadaşını tebrik etmek istedi. Ancak Hakkı Bey cevap veremedi. Nusrat mayın gemisinin başkomutanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan dayanamamış, heyecan kasırgası içinde duruvermişti.

Bu olaydan on gün sonra müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonrada gerek düşman pilotlarının fark edemediği gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusrat'in mayınlarıydı.

Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouve 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan itibaren her şey ters gitmeye başlamıştı. Bouve'in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarpıştığını rapor etti ve çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı ve üç dakika sonrada Irrestible'nda yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına çarpıştığını bildiren yeşil flamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Daha sonra da mürettebatı kurtarılan gemi boğazın sularına gömüldü.

Muhteşem armada üç büyük gemisini (Irrestible, Ocean, Bouve) kaybetmiş, üç tanesi de (Inflexible, Golva, Suffen) ağır yaralanmış şekilde eldeki gücün üçte biri yitirilmişti. Nusrat'in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti.

Müttefik donanması 18 Mart günündeki başarısızlıklarından çok şey öğrendiler. İngilizler bu yenilginin tüm faturasını son keşfini yapıp mayın yoktur raporunu veren pilota çıkardılar ve onu idam ettiler. Nusrat'in 7-8 Mart gecesi bir şehit vermek uğruna yaptığı iş ve Türk topçusunun başarısı, bir vatanın selametini sağlamış ve düşman donanmasının Marmara'ya bayraklarını dalgalandırarak girmesine izin vermemişti.

YABANCI GÖZÜYLE 18 MART İngiliz general Oglander'in, "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin birinci cildinde: "Pek uygun başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."

Sir Ccolyen Corbet'in, "Harekatı Bahriye" adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi. Hakikat şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyuna paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve balıkçı gemilerimiz, aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyat ve sağgörüye rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır."

Bahriye Nazırı Churchill 1 Ağustos 1930 tarihli "La Revue de Paris" dergisinde şöyle der: "Nusrat Gemisinin gizlice döktüğü 20 demir kap, İngilizler tarafından başarı ile başlanmış olan Çanakkale Harekatını durduran bir takım psikolojik karışıklıklar doğurdu. Yalnız başına bu engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar muzaffer Avrupa'da sarsıldı. Kendilerini Fransa, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey İtalya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleri ile değil, 18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden yok olup gitti."

KAYNAK: Destanlaşan Gemiler/Erol MÜTERCİMLER/1987/Kastaş A.Ş. Yayınları Istanbul
Gelibolu Günlüğü/Ian HAMILTON/1972/Hürriyet Yayınları
Çanakkale Savaşı/Prof.Dr.İsmail KAYABALI/Ankara/1975
https://mersin.ktb.gov.tr/TR-73457/nusrat-mayin-gemisi.html

4 Şubat 2020 Salı

DÜNYADA DENİZCİLİK İLE UĞRAŞAN EN ESKİ MİLLET

Ben 1930 yılında Edirne Erkek Öğretmen Okulu’nun orta kısmında üçüncü sınıf öğrencisi idim. Dersimiz tarih idi ve öğretmenimiz Abdullah Bey bize ders veriyordu. Gazi, sınıfımıza girerek verilen tarih dersini dinledikten sonra bize dönerek:

-Dünyada denizcilik ile uğraşan en eski millet hangisi idi? Diye bir soru sordu.

Bir çoğumuz:

-Finikeliler. Diye cevapladık.

Gazi, öğretmenimize dönerek:

-Bana bir Orta Asya haritası ile bir çubuk getirin. Dedi.

Orta Asya haritası getirildi ve yazı tahtası üzerine asıldı. Gazi, bize döndü ve elindeki çubuğu Orta Asya’nın büyük bir gölünü işaretleyerek sordu:

-Bu gölün adı nedir?

-Baykal Gölü’dür. Diye bağırdık.

-Bu göl etrafında Türkler yaşamış olduğuna göre, dünyada en eski denizci millet, Türk Milleti’dir çocuklar. Bunu böyle bilin.

Cahit Günsel 

Kaynak: Ahmet Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk 1928-1938, Cilt:II, s.673

EFENDİLER! HEPİNİZ MEB’US OLABİLİRSİNİZ! VEKİL OLABİLİRSİNİZ! HATTÂ REİSİCUMHUR OLABİLİRSİNİZ! FAKAT SANATKÂR OLAMAZSINIZ!

1930 yılının Nisan’ındayız. Ankara’da Hamdullah Suphi Bey’in yaptırdığı yeni Türk Ocağı Tiyatrosu’nu açmaya gittik. Bizden üç gün önce orada (Marie Bell-Charles Boyer) topluluğu oynamıştı. Hemen arkadaşlarımızla biz başladık. Repertuarımızda Hamlet, Murai, Muhayyel, Hasta gibi klasikler ile Alman, Fransız modern piyesleri vardı. 

Temsillerimiz umduğumuzdan çok ilgi gördü. Gazi Mustafa Kemal Hazretleri de geldi. Halkın gösterdiği rağbet üzerine programı üç gün daha uzattık.

Ayrılacağımızın 11 Nisan 1930 Cuma günü Karpiç lokantasının özel bir salonunda Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) Cemal Hüsnü (Taray) Bey sanatçılar şerefine bir öğle yemeği verdi. Bu yemeğin sonuna doğru Maarif Vekilini telefona çağırdılar. Sofraya döndükleri zaman Gazi Hazretleri’nin bizi bu akşam Marmara Köşkü’nde kabul buyuracaklarını müjdelediler.

Marmara Köşkü’nde 11 Nisan 1930 Cuma akşamı Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın huzurunda sanatçıların geçirdikleri bu gece Türk tiyatrosuna yeni bir umut ve ufuk açmıştır.

Gazi, baş başa kaldığımız zaman:

-Siz, benim tâ ateşemiliterlik çağımdan beri memleketimizde görmeyi candan özlediğim bir hayali gerçekleştirdiniz. Böylesine birbirine bağlı bir sanat topluluğunu kendi imkânlarınızla hazırlayıp bize getirdiniz, gösterdiniz. Şimdi, ben Devlet Reisi olarak size soruyorum. Hükûmetten ne gibi bir yardım istersiniz?

Benden cevap bekleyen Gazi Mustafa Kemal’e:

-Bir tiyatro mektebi istiyorum Paşam, diyebildim.

Gazi Hazretleri, hemen, vaktin geç olmasına rağmen, Başvekil (Başbakan) İsmet Paşa’ya haber gönderdi ve çağırttı.

-Paşam sizi rahatsız ettim, fakat mühim bir hususu size arzetmek istiyoruz. Diye beni tanıştırdı. Bana da:

-Haydi, isteğinizi Paşa’ya tekrarlayın. Buyurdular.

-Bir tiyatro mektebi istiyoruz Paşam. Dedim.

O akşam Gazi Hazretleri, hemen bütün erkân ortasında Türk tiyatro sanatçıları için cömertçe dağıttıkları iltifattan sonra söyledikleri nutku şöyle bitirmişlerdi:

-Efendiler!.. Hepiniz meb’us olabilirsiniz!.. Vekil olabilirsiniz!.. Hattâ Reisicumhur olabilirsiniz!.. Fakat sanatkâr olamazsınız!.. Hayatlarını büyük bir sanata vakfeden bu çocukları sevelim.

Muhsin Ertuğrul

MUZAFFER KILIÇ'IN ANILARINDAN SAMSUN GÜNLERİ

 
Samsun’da altı gün kaldıktan sonra bir alay merkezinin bulunduğu Havza’ya gelmiştik. Fakat alay dağıtılmış, asker sayısı hiç yok denecek kadar azaltılmıştı.
Havza’da Ali Baba’nın oteline yerleştik. Az sonra Havza Belediye Reisi ve Havza ileri gelenleri Paşa’ya hoş geldiniz demek için otele geldiler.

Ertesi akşamda Atatürk, Havza ileri gelenlerinin toplandığı Belediye Reisi İbrahim Cebeci’nin evine gitti.

Atatürk orada toplanan Havza ileri gelenlerine son durum hakkında bilgi vermiş ve “Bu durumu tenkit (tel’in) için bir mevlit okutalım, bir de miting yapalım, halkı aydınlatalım” dediler. Herkesten olumlu cevap alınca tellal ve davullarla bu durum halka duyuruldu.

Cuma günü aziz şehitlerimiz için bir mevlit okutulmuş, şeker olmadığı için İzmir üzümü dağıtılmıştı. Sonra da bir miting yapıldı. Toplanan büyük kalabalığa o yörenin en etkili konuşan hocası Merzifonlu Sıtkı Hoca çok güzel bir konuşma yapmış ve “Güzel İzmir’imizi kurtaracağız” deyince bütün halk, “Kurtaracağız, kurtaracağız!” diye bağırmıştı.

Mitingde konuşmalar yapılırken Atatürk otelin balkonunda paşa elbiseleriyle heykel gibi durmuş onları seyretmişti. Halk, Mustafa Kemal Paşa’ya merakla bakıyor ve onun Çanakkale Muharebeleri’ndeki kahramanlıklarından bahsediyorlardı.

O günlerde Ermeni çeteler her gün bir iki Müslüman Türkü gece baskınlarıyla öldürüyorlardı.

O gün de iki Türkü öldürmüşler ve ölüler Havza’ya getirilmişti. Havzalılar koşarak bunu gelip Atatürk’e anlatmışlardı. Atatürk de onlara sabırlı olmalarını söylemiş, fakat olaylara çok üzülmüş ve kızmışlardı.

Aynı gece yarısı İngilizlerin Sevr Antlaşması gereği Diyarbakır, Malatya, Çukurova bölgelerinden toplattıkları tüfek mekanizmalarının yüklendiği 40-45 katırlık bir konvoyun iki saat kadar uzaklıktaki Cerdek’te gecelediği ve ertesi gün Samsun’a doğru gidecekleri haberi geldi. Bu bilgiyi veren eski alayın tabur komutanlarından Sami ve Kâmil Beylerdi. Korktukları için bu haberi gizli olarak otelci Ali Baba’ya söyleyip gitmişler.

Bu bilgi çok önemliydi. Çünkü tüfek mekanizması mermiyi tüfeğin namlusuna süren küçük bir demir alettir. Bu parçanın olmaması tüfeği kullanılmaz yapar. İngilizler de bunu bildiklerinden işgal ettikleri bölgelerdeki asker tüfeklerini toplama yerine sadece bu tüfeklerin mekanizmalarını alarak binlerce tüfeği etkisiz hale getirmeyi amaçlamışlardı. Bu nedenle toplanan mekanizmalar fevkalade önemli idi.

Atatürk bu haberi duyunca derhal Belediye Reisi İbrahim Cebeci ve Bayram Con Bey’i çağırmamızı emretti. Hemen Ali Baba’yla gece evlerine gidip her ikisini de uykularından uyandırıp otele getirdik.

Atatürk onlara, hemen 8-10 süvari ile gidip çeteci gibi katırları kaçırmalarını fakat hiç kimseyi kesin olarak yaralayıp öldürmemelerini emretti.

O gece bu emir yerine getirilmiş, mekanizma yüklü katırlar kaçırılmıştı.

Ertesi gün bu 40-45 katırın mekanizma yükleri alınmış olarak Samsun’a gidecekleri yerde Havza’ya geldiklerini ve belediyece mezat meydanında satıldıklarını gördük. Bu kadar mekanizma birkaç bin kişiye yetecek kadar silah demektir.

Bu hareketleriyle Atatürk ilk kurtuluş hareketini başlatmış oluyordu. Olayların duyulması Havza’da bomba tesiri uyandırmıştı.

Atatürk bir anda yücelmiş ve çok büyük bir güven kazanmıştı. Herkesin yüzü gülmüş ve bir cesaret gelmişti.

Havza’ya girerken kimsenin dikkatini çekmeyen Atatürk’ü halk Havza’dan ayrılırken uğurlamak için yollara dökülmüş ve Atatürk’ü yakından görmek için otelin önündeki meydanı tıklım tıklım doldurmuştu. (24 Mayıs 1919)

Muzaffer KILIÇ

16 Ocak 2020 Perşembe

LAKAP VE UNVANLARIN KALDIRILMASI 26 Kasım 1934

Atatürk, bir gün o zamana kadar kullanılmaya alışılmış olan “Bey, efendi, hanım, hanımefendi, paşa hazretleri” gibi unvanları kaldırmak için bir yasa taslağını meclise vermişti. Bu sıralarda “BAYÖNDER” adındaki piyesin düzeltilmesiyle uğraşmaktaydı. Atatürk, Bayönder’i bir kez okuduktan sonra ikinci kez gözden geçiriyordu. Yanındakilere bir ara:

- "Bay ne demektir? Biliyor musunuz? dedi. Kişi, saygıya layık insan demektir. Bundan sonra çeşitli zümrelerine ayrı ayrı seslenmeyeceğiz. Erkeklere “Bay” kadınlara “Bayan” diyeceğiz."

Hazır bulunanlardan biri:

- "Peki, bayan hem madam hem de matmazel karşılığı mı olacak? diye sordu."

Atatürk:

- "Bir kadını evlenmeden önce ve sonra iki insan saymak ortaçağ zihniyetidir, dedi. Bugün uygarlık dünyası böyle bir ayırımdan dönmüştür."

Sonra eline kalemi aldı. Bayönder’in birinci sayfasına şu cümleyi yazdı. “Genel olarak erkek için Bay, kadın için Bayan kullanılacak bey, efendi, hanım kalkacak.”

Ertesi günü meclisten çıkan bir yasa tüm unvanları kaldırıyordu. Bay ve Bayan’a gelince. Atatürk:

- "Bunu kanunla emretmeye gerek yok. Bu benim teklifim olarak kalsın. Kararı zaman ve millet verir."

1 Ocak 2020 Çarşamba

HARFLER MARŞI


Yeni Türk harfleri çıktığı zaman, eskiye alışmış olanlar ve bilhassa Anadolu’nun bazı yerlerindekiler, yeniyi pek tabiî olarak, yadırgamamışlardı. İşte o sırada bir akşam, Rusuhi Bey’e telefon ettirmiş, beni çağırtmıştı. Gittim. İlk sözü:

-Yeni (Türk) harfleri benimsemeyenler var. Sen şuna bir marş yapsan... iş daha kolaylaşır...

Düşündüm: A.B.C... diye tutturup, nasıl marş yapayım? Bunu bir şeye benzetmek kolay değil... Fena olursa, bana dudak bükecek... Hemen.

-Paşam, dedim, sizde iştirak ederseniz yaparım...

Herhalde, maksadımı anladı. Güldü:

-Peki!.. dedi.

Derhal piyanonun başına oturdum.

A.B.U.İ... diye bir hava tutturduk, gitti. Marş da bitti.

Tekrar çaldım. Beğendi ve Falih Rıfkı’ya:

-Yarınki gazeteye bu marşı koyun! emrini verdi.

O akşam, tuttu, aşçı, soför, seyis, kapıcı, odacı... Köşkte kim varsa hepsini ve sofra arkadaşlarını topladı, hep birilikte bu yeni marşı meşkettik. Görülecek manzara idi bu... Herkese güzelce belletip öğreninceye kadar tekrar ettik, durduk.

Sabaha karşı köşkten ayrılınca, muavinimi çağırdım. O devirde Yenişehir’deki Kızılay merkezi bahçesinde, her akşam bando nöbet çalardı. Muavinime:

-Al şu notayı...Çabuk yaz, bandoya ver ve hemen meşk etmelerini söyle. Bu akşamki nöbete mutlaka yetiştirsinler. Çalışsınlar... dedim.

Gittim biraz yattım... Öğleyin kalktığım zaman hepsi olmuş, bitmişti. Saat üçe doğru, dört beş talebeyi “Şayet Gazi gelir de, bu yeni marşı dinlerse, siz de söyleyin!” diye bandonun olduğu yere gönderdim. Gazi tahmin ettiğim gibi, tam ikindi vakti, bandonun başına gelmiş, otomobilini durdurmuş, şefe:

-Harfler marşını çalar mısın? demiş.

Marşı henüz bandodan başka kimse bilmiyor, duymamıştır.

Bando şefim:

-Emredersiniz!.. deyişiyle, marş da çalınmaya başlıyor...

Yarı yerde, Gazi, otomobilden inerek, oraya birikmiş halka hitapla:

-Ey ahali!.. Bu yeni marşı, içinizden bilen var mı?

Deyince, bizim talebeler de:

-Var efendim!.. diye ortaya çıkıyorlar.

Gazi memnun:

-Söyleyin bakalım!.. diyor…

Bando tekrar başlıyor, ortalık neşeleniyor, bilmeyenler de kulak kabartarak, marşa katılmak istiyorlar. Gazi de bastonuyla hareketler yaparak, şefe uyuyor… Bir hangamedir kopuyor.

Zannederim, birkaç defa da tekrar edildikten sonra, Gazi:

-Bu, gördüğünüz gibi, bizim harflerin marşıdır. İşte öğrendiniz. Bilmeyenlere de öğretiniz. Hepinizin öğrenip söylemesi vazifedir!.. diyerek oradan pürneşe ayrılıyor.”

Kaynak:Osman Zeki Üngör