1-Fransız gezgin (Du Loir)
Türkiye’deki seyahat gözlemlerini 1654 senesinde Paris’te yayınlanan “Les
Voyages Du Slevr Du Loir” isimli kitabın 188’inci sayfasında:
“Anadolu ve İstanbul bölgesine hakim olan bu memlekette
hemen hiçbir cinâyet olayı olmaz; eğer bir-iki olağanüstü durum meydana gelecek
olursa, onlar da ya ânî bir olay neticelerinden veyâhut yol kesen haydutların
saldırısından ibarettir.”
2- Fransız seyyahı (Grelot)’un 1680 senesinde Paris’te neşredilen
“Relation Nouvelle d’un Voyage De Constantinople” isimli kitabının 236’ncı
sahifesinde:
“Vaktiyle (İstanbul’da) Romalıların yaptığı gibi halkın hamama
gidebileceğini îlân eden çan sesini beklemeye artık lüzum yoktur; Türk
hamamları sabahın dördünden itibaren açılır ve ancak akşam sekize doğru
kapanır. Bütün bu müddet zarfında hamamda hiçbir zaman hiçbir gürültü ve kavga
olmaz. Hiç kimsenin elbisesi yahut kesesi (cüzdanı) çalınmaz ve Lâtin şairi
Ovide’in elbiselerini muhafaza için kapıda beklemesini istediği bekçiye de
hâcet olmaz.”
3- Prut Harbi esnasında Türk ordugâhında bulunan (A. De La Motraye) nin
1727’de La Haye’de neşredilen “Voyages En Europe, Asie et Afrique” isimli iki
ciltlik eserinin birinci cilt sahife 258’de:
“Hırsızlara gelince, bunlar İstanbul’da son derece nâdirdir. Ben
Türkiye’de takriben ondört sene kaldığım halde, bu müddet zarfında, hiçbir
hırsızın orada ceza gördüğünü işitmedim. Yol kesen haydutların cezası kazıktır.
Ben bu memlekette geçirdiğim müddet zarfında yalnız altı (6) haydudun
kazıklandığını işittim. Onlar da hep Rum cinsindendi. Türkiye’de yankesicinin
ne olduğu mâlûm değildir (bilinmez). Onun için ceplerin el çabukluğundan
korkusu yoktur.”
4- 18’inci asırda İngiltere’nin İstanbul sefirliğinde bulunmuş ve Türk-İslâm
düşmanlığı ile şöhret yapmış olan (Sir James Porter) 1769’da Londra’da
neşredilen ve “Observation Sur La Religion, Les Loix, Le Gouvernement Et Les
Moevrs Des Turcs” ismiyle Fransızcaya tercüme edilen iki ciltlik kitabının
ikinci cilt, 51-53’üncü sahifelerinde:
“Türkiye’de yol kesme vak’alarıyla ev soygunları ve hattâ dolandırıcılık
ve yankesicilik vak’aları âdetâ meçhûl (bilinmez veya yok) gibidir. Harb
halinde olsun, sulh halinde olsun, yollar da evler kadar emindir. Bilhassa ana
yolları takip ederek, tekmil imparatorluk arâzisini en mutlak bir emniyet
içinde baştan başa katetmek her zaman kaabildir. Daimî bir seyr-i seferle yolcu
adedinin çokluğuna rağmen vukuatın fevkalâde azlığına hayret etmemek mümkün
değildir. Bir çok yıllar içinde ancak bir tek vak’aya tesadüf edilebilir...
Türklerin ceza korkusundan daha yüksek bir sebepten dolayı suç
işlemekten çekinmekte olmaları lâzım gelir. O kadar geniş bir memlekette
İmparatorluğun bir ucundan öbür ucuna bir çok yollardan gidebildiği için yakayı
ele vermeksizin hırsızlık da yapabilir, adam da öldürebilir. O takdirde
mücrimlerin uzak bir vilâyete ilticâ etmeleri işten bile değildir ve beşer
basiretinin bu gibi hareketlere mâni olmak imkân ve ihtimâli yoktur...
Şurası muhakkaktır ki, İstanbul’da Türkler tarafından işlenmiş
yankesicilik, dolandırıcılık ve soygunculuk vak’aları son derece nâdirdir.
İstanbul’da huzur ve emniyet içinde yaşamak ve kapılarını hemen her zaman
ardına kadar açık bırakmak mümkündür.”
5- 3. Ahmed devrinde Türkiye’ye iltica eden ve Osmanlı Devletinde hizmet
eden Fransız generallerinden (Comte de Bonneval) 1740 tarihinde Franckfort’ta
basılan “Anecdotes veniflenneset Turques ou nouveaux memoires du comte
Bonnecal” isimli eserin birinci cilt 215’inci sahifesinde:
“Haksızlık, mürâbahacılık, inhisarcılık ve hırsızlık gibi suçlar Türkler
arasında âdetâ meçhûl cinâyetlerdir. Hâsılı, ister vicdânî bir akibeden, ister
ceza korkusundan mütevellid olsun, o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan çok
defa Türklerin doğruluklarına hayran kalır.
Bu memlekette yaşayan Hıristiyanlar ve bilhassa Rumlar öyle değildir.
Sık sık çarpıldıkları cezâlara rağmen bunlar Hıristiyanlığın safvetini ihlâl
eden bir ahlâksızlık içinde yaşarlar. Frenklere gelince, ben kendimi onların
harekâtı hakkında mutlak bir sükût ile mükellef biliyorum. Bu mevzuun tetkiki
pek eğlenceli olabilirse de, o hususta ağız açmamayı tercih ederim.”
6- Azılı Türk ve İslâm düşmanı olduğu halde (Avukat Guer)
1747’de Paris’te neşredilen iki ciltlik “Moeurs et usages des Turcs” eserinin
2’inci cilt, 188’inci sahifesinde:
“Gerek İstanbul’da, gerek Osmanlı İmparatorluğunun bütün şehirlerinde
hüküm süren emniyet ve âsâyiş, hiçbir tereddüde imkân bırakmayacak sûrette ispat
etmektedir ki, Türkler hiç bir zaman görülmemiş bir derecede medenîdirler...”
7- Fransız müelliflerinden (A. L. Castellan) 1811’de neşredilen “Lettres
Eur la Frece L’H ellespont et Constantinople” isimli eserinin ikinci cilt
221’inci sahifesinde:
“İstanbul’da gündüz olduğu gibi geceleyin de insan hiç bir mürettep
taarruz korkusu olmadan dolaşabilir... ”
8- İngiliz müelliflerinden (Charles Mao - Farlane) nin Fransızcaya
tercüme edilen 1829’da Paris’te neşredilen “Constantinople et la Turquie”
isimli 2 ciltlik eserin birinci cilt 360’ıncı sahifesinde Türkmen kulübesinde
geçirdiği geceyi anlatırken:
“O kötü kulübedeki (Türklerin) arasında Avrupa’nın en güzel
otelinde olduğu kadar emniyet içinde bulunuyordum.”
9- Fransız doktoru (A. Brayer) İstanbul’da senelerce kalıp 1836
senesinde Paris’te 2 cilt olarak neşredilen “Neuf annees a Constantinople”
isimli eserin birinci cilt 196-197’nci sahifelerinde:
“Kur’an daima kardeşçe geçinilmesini tavsiye etmekle, az yemeğe kanaat
düsturunu koymakla, şarap vesâir müskirat gibi insanı baştan çıkaran içkileri
ve her türlü hevâ oyunlarını menetmekle, kadınların evlerinde oturmalarını ve
sokağa örtülü çıkmalarını emretmekle cemiyet hayatı için meş’um olan bu
temâyülleri mümkün olduğu kadar imhâ etmiştir.
Tophanenin büyük meydanıyla emsali yerlerde hangi tabakadan olursa olsun
bir Müslüman Türk’ün diğer bir Müslüman Türk’e hiddetle baktığı nadir görülür.
Fakat küfrettiği, yakasına yapıştığı ve dayak attığı hiç görülmez
Düello ve intiharın ne olduğu meçhuldür (bilinmez). Avrupa’ nın bazı
pâyitahtlarında çok büyük polis kuvvetleri bulunduğu halde, cinâyetleri önleyip
cânîleri yakalamaya kâfî gelmemesine mukabil, İstanbul’da polisin hemen hemen
hiç bir işi yok gibidir.
Birinci cilt 234-235’nci sahifesinde : “...Yankesicilik, dolandırıcılık,
anahtar uydurma, kırıcılıkla çalma, pencereden girme vesâir sûrette yapılan
hırsızlıklara gelince, işte o gibi vak’alar son derece nâdirdir.
Ev kapılarının şöyle böyle kapandığı ve esnafın umûmî ahlâka itimat edip
dükkânını açık bırakarak gaybubet ettiği bu muazzam pâyitahtta, her sene âzamî
altı (6) hırsızlık vak’ası olur...”
Buraya kadar nakledilen vesikalar göstermektedir ki, Tanzimattan önce ve
Batılılaşma cereyanı başlamadan önce Osmanlı Devletinde ahlâk ve seciyenin en
yüksek seviyede olduğu, Batının örf ve âdetlerini aldıkça bu yüksek ahlâkın
düşmeye başladığı târihî bir gerçektir.
İstanbul’da bir kaç sene kalan (A.Ubicini) 1855 senesinde Paris’te
neşredilen “La Turquie aetuelle” isimli eserinin 329 - 330 ncu sahifesinde :
“ Bu muazzam pâyitahtta dükkân sahipleri herkesçe malûm namaz
saatlerinde dükkânını açık bırakıp gittiği ve geceleyin evlerin kapıları
alelâde bir mandalla kapatıldığı halde, senede yalnız 4 (dört) hırsızlık
vak’ası bile olmaz. Ahâlisi sırf Hıristiyanlardan mürekkep olan Galata ve
Beyoğlu’nda ise hırsızlık ve cinâyet vak’aları duyulmayan gün geçmez. Taşralarda
da iffet ve istikamet aynı derecededir. Son zamanlarda (Daily News) gazetesinde
neşredilen mektubunda bir İngiliz seyyahının anlattığı şu menkibeyi lütfen
dinleyin :
(Bugün kendi eşyamla yol arkadaşım olan eski bir Macar zâbitinin
(Subayının) eşyasını nakletmek üzere bir köylünün yük arabasını kiraladım.
Sandıklar, portmantolar, denkler, paltolar, kürkler, atkılar hep açıkta idi...
Gece üstüne uzanmak üzere ben biraz kuru ot satın almak isteyince son derece
nazik bir Türk bana refakat teklifinde bulundu. Köylü de öküzlerini kaşumdan
çıkarıp bizim bütün eşyamızı sokağın ortasında bıraktı. Ben onun uzaklaştığını
görünce :
- Burada birisi kalmalı! Dedim. Yanımdaki Türk hayretle sordu ;
- Niçin?
- Eşyalarımızı beklemek için.
Müslüman Türk şu cevabı verdi :
- A! Ne lüzum var? Eşyalarınız bir hafta gece - gündüz burada kalsa bile
dokunan olmaz.
Ben bu sözü kabul ettim ve avdetimde (dönüşümde) herşeyi
yerli yerinde buldum. Şu noktayı da unutmamalı ki, o sırada İslâm askerleri
mütemâdiyen gelip geçmekteydi... Bu vak’a bütün Londra kiliselerinin
kürsülerinden Hıristiyanlara ilân edilmelidir. İçlerinden bazıları rüya
gördüklerini zannedeceklerdir. Artık uykularından uyansınlar...”