29 Aralık 2018 Cumartesi

ATATÜRK VE AHMET RASİM

Ahmet Rasim meslek yaşamının elli ikinci yılında işsiz kalmış, Ankara’ya iş aramaya gitmişti. Üstat altmış üç yaşındaydı ve o güne dek yüz kitaba imza atmıştı. Ankara’ya gittiğinde, yolda o dönemin ünlü gazetecilerinden İsmail Müştak ile karşılaştılar. Ahmet Rasim’i Ankara’da görmek, İsmail Müştak’ı şaşırtmıştı.

-“Hayrola üstat?” dedi. “Sizin Ankara’da ne işiniz var?”

Ahmet Rasim “işsiz kaldım” demedi de… 

-“Fırıncılar ekmeği yuvarlak yapıyor, ekmek elimden kaydı, Ankara’ya kadar yuvarlandı. Ben de ekmeğin peşinden geldim!” dedi.

Bu anlatım, İsmail Müştak’in çok hoşuna gitmişti. Ahmet Rasim’den ayrılırken hâlâ gülüyordu. O kadar ki, akşam Atatürk’ün sofrasında da Ahmet Rasim’in sözlerini yineleyerek orada bulunan arkadaşlarını neşelendirmek istedi. Ne var ki Atatürk’ün hoşuna gitmemişti işittikleri. İsmail Müştak’a çıkışır gibi sordu:

-“Peki, Ahmet Rasim Bey’in iş meselesiyle alakadar oldunuz mu?”

İsmail Müştak mahcup halde, 

-“Hayır, Paşam!” dedi.

Atatürk:

-“Peki ya, üstadın nerede kaldığını öğrendiniz mi?”

Bu soruya da olumsuz yanıt verilince, Atatürk’ün enikonu canı sıkılmıştı:

-“Türk irfanına yarım asırdan fazla bir zamandan beri hizmet etmiş yaşlı ve muhterem bir zat işsiz kalıp Ankara’ya kadar geliyor, siz ona yardımcı olmuyorsunuz. Hatta nerede kaldığını dahi sorup öğrenmiyorsunuz…” diyerek eleştirdi.

Sonra hemen bir araç çıkartarak, Ankara otellerinde Ahmet Rasim’i arattı. Dönemin Ankara’sında çok sayıda otel yoktu zaten. Üstadı bulmak zor olmamıştı. Hemen araca bindirip Atatürk’ün yanına götürdüler.
Atatürk, Ahmet Rasim’i kapıda karşıladı. Sofraya buyur etti. Yanına oturttu. Kendi eliyle ona ikramlarda bulundu. Hatırını sordu. Atatürk, özellikle Balkan Savaşı yıllarında Ahmet Rasim’in cepheleri dolaşarak yazdığı röportajları ilgiyle izlerdi. Ondan sonraki dönemlerde de, üstadın yazılarını hayranlıkla okurdu. Bu değerli kalem sahibinin işsiz kalması Paşa’ya dokunmuştu. Bir ara kulağına doğru eğilerek:

-“Üstadım, münhal bir mebusluğumuz var. Kabul buyurur musunuz?” diye sordu.

Ahmet Rasim o kadar etkilenmişti ki, bu incelikli iş önerisi karşısında dayanamadı, kalktı, Atatürk’ün elini öpmek istedi ve şöyle dedi:

-“Ekmek, gerçekten Aslan’ın ağzında imiş!”

Atatürk üstada elini öptürmedi; bir emeklilik ikramiyesi gibi, 1927’den 1932 yılında ölümüne kadar İstanbul milletvekili olma şansını verdi. 

Kaynak:mustafakemalim.com

3 Aralık 2018 Pazartesi

SAMSUN YOLCULUĞU VE SAMSUN'A VARIŞ

Galata rıhtımından, 16 Mayıs günü akşam üzeri kalkan bir motorla Bandırma vapuruna geldik. Vapur, Kızkulesi açıklarında demir atmış bizi bekliyordu. Hemen hareket ettik.

Karadeniz’de müthiş bir dalga vardı. Vapurumuz, denizde fındık kabuğu gibi sallanıyordu. Bizleri deniz tutmuştu. Boyuna kusuyorduk. Kamaramızdan dışarı çıkamaz hale gelmiştik. Deniz biraz durulunca güverteye çıkıyor, biraz hava alıyorduk. O zaman Atatürk de kaptan köşküne çıkıyor kaptana emirler veriyordu.

18 Mayıs günü, öğleye doğru Sinop’a gelindi. Deniz biraz sakinleşmişti.  Sinop açıklarında vapurumuz demirledi.

Atatürk, Samsun’da ordu müfettişi olarak gösterişli bir karşılama yapılsın istiyordu. Bu ilgiyi kendisi için istemiyordu; fakat hem dış güçlere karşı bir gözdağı olur, hem de morali bozulmuş halk üzerinde etkileyici bir rol oynar düşüncesinde idi. Çünkü Samsun’da bile bir İngiliz kontrol birliği yerleşmiş; yöredeki bütün milli hareketleri kontrol ediyor ve gerekli önlemleri Osmanlı hükümetine aldırıyordu. Bu nedenle, gemiye istenen bir sandalla sahile çıkıp telgrafhaneden, Samsun Tümen Komutanlığı’na, Samsun’a gelmekte olduğumuzu bildiren bir telgraf çektik. Bazı ihtiyaçları da alarak gemiye geri döndük. Hemen hareket edildi. Fakat denize açılınca vapur yine sallanmaya başladı. Hepimiz sarhoş gibiydik. “Allah’ım, sahile hayırlısı ile bir çıksak!” diye dua ediyorduk.

Nihayet 19 Mayıs 1919 günü sabah saat altı sularında gün ağarırken Samsun görüldü. Deniz de iyice sakinleşmişti. İnmek için hazırlıklara başladık. Hepimiz perişandık. Sağ salim karaya çıkacağımız için Allah’a şükrediyorduk.

Bir ara vapurun güvertesine bir göz attım. Bir de baktım ki, Atatürk tıraş olup, tertemiz paşa elbiselerini giyinmişler; sapasağlam ve dipdiri, bir heykel gibi, bir kuvvet ilahı gibi elleri arkalarında Samsun’a bakmıyorlar mı? Sanki fındık kabuğu gibi üç gündür sallanan bu vapurla o yolculuğu yapmamışlardı. Ben, onu görünce halimizden utandım. Çünkü, Atatürk de bir kara subayı idi. Kendileriyle ta Halep’ten beri beraberdim. Belki de, on defa açık denizde yolculuk yapmamışlardı. Hemen kamaralarımıza koşarak kendimize çeki düzen verdik. Tıraş olup, kılık kıyafetimizi Atatürk’e uyacak şekilde düzelttik. Sonra küçük bir sandalla sahile çıktık. Sahilde bizi, derme çatma bir bando ve oradan buradan toplanan derme çatma küçük bir askeri birlik ve halk karşıladı. Sahile çıkar çıkmaz, emrindeki bütün askeri birlik ve idare amirliklere telgraf çektirerek son askeri durum hakkında acele rapor ve bilgi vermelerini emrettiler.

Ertesi gün, İzmir’in işgali nedeniyle Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya, “İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali; yakından ilgilendiğim ordu mensuplarını ve milleti düşünülemeyecek derecede üzmüştür. Bu gibi hareketleri kesinlikle kabul etmeyeceklerdir.” diye bir telgraf çekmişlerdir.

Muzaffer Kılıç