3 Aralık 2018 Pazartesi

SAMSUN YOLCULUĞU VE SAMSUN'A VARIŞ

Galata rıhtımından, 16 Mayıs günü akşam üzeri kalkan bir motorla Bandırma vapuruna geldik. Vapur, Kızkulesi açıklarında demir atmış bizi bekliyordu. Hemen hareket ettik.

Karadeniz’de müthiş bir dalga vardı. Vapurumuz, denizde fındık kabuğu gibi sallanıyordu. Bizleri deniz tutmuştu. Boyuna kusuyorduk. Kamaramızdan dışarı çıkamaz hale gelmiştik. Deniz biraz durulunca güverteye çıkıyor, biraz hava alıyorduk. O zaman Atatürk de kaptan köşküne çıkıyor kaptana emirler veriyordu.

18 Mayıs günü, öğleye doğru Sinop’a gelindi. Deniz biraz sakinleşmişti.  Sinop açıklarında vapurumuz demirledi.

Atatürk, Samsun’da ordu müfettişi olarak gösterişli bir karşılama yapılsın istiyordu. Bu ilgiyi kendisi için istemiyordu; fakat hem dış güçlere karşı bir gözdağı olur, hem de morali bozulmuş halk üzerinde etkileyici bir rol oynar düşüncesinde idi. Çünkü Samsun’da bile bir İngiliz kontrol birliği yerleşmiş; yöredeki bütün milli hareketleri kontrol ediyor ve gerekli önlemleri Osmanlı hükümetine aldırıyordu. Bu nedenle, gemiye istenen bir sandalla sahile çıkıp telgrafhaneden, Samsun Tümen Komutanlığı’na, Samsun’a gelmekte olduğumuzu bildiren bir telgraf çektik. Bazı ihtiyaçları da alarak gemiye geri döndük. Hemen hareket edildi. Fakat denize açılınca vapur yine sallanmaya başladı. Hepimiz sarhoş gibiydik. “Allah’ım, sahile hayırlısı ile bir çıksak!” diye dua ediyorduk.

Nihayet 19 Mayıs 1919 günü sabah saat altı sularında gün ağarırken Samsun görüldü. Deniz de iyice sakinleşmişti. İnmek için hazırlıklara başladık. Hepimiz perişandık. Sağ salim karaya çıkacağımız için Allah’a şükrediyorduk.

Bir ara vapurun güvertesine bir göz attım. Bir de baktım ki, Atatürk tıraş olup, tertemiz paşa elbiselerini giyinmişler; sapasağlam ve dipdiri, bir heykel gibi, bir kuvvet ilahı gibi elleri arkalarında Samsun’a bakmıyorlar mı? Sanki fındık kabuğu gibi üç gündür sallanan bu vapurla o yolculuğu yapmamışlardı. Ben, onu görünce halimizden utandım. Çünkü, Atatürk de bir kara subayı idi. Kendileriyle ta Halep’ten beri beraberdim. Belki de, on defa açık denizde yolculuk yapmamışlardı. Hemen kamaralarımıza koşarak kendimize çeki düzen verdik. Tıraş olup, kılık kıyafetimizi Atatürk’e uyacak şekilde düzelttik. Sonra küçük bir sandalla sahile çıktık. Sahilde bizi, derme çatma bir bando ve oradan buradan toplanan derme çatma küçük bir askeri birlik ve halk karşıladı. Sahile çıkar çıkmaz, emrindeki bütün askeri birlik ve idare amirliklere telgraf çektirerek son askeri durum hakkında acele rapor ve bilgi vermelerini emrettiler.

Ertesi gün, İzmir’in işgali nedeniyle Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya, “İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali; yakından ilgilendiğim ordu mensuplarını ve milleti düşünülemeyecek derecede üzmüştür. Bu gibi hareketleri kesinlikle kabul etmeyeceklerdir.” diye bir telgraf çekmişlerdir.

Muzaffer Kılıç