Spor yazarımız Osman Tanburacı anlatıyor:
Tanburacı soyadımız, Osman Pehlivan'dan gelme... Dedem
Tanburacı Osman Pehlivan zamanın rint adamı. Hoşsohbet ve de musikişinas...
Aynı zamanda Kırkpınar pehlivanı... Tırnova'dan Selanik oradan ver elini
İstanbul... Doksan üç harbinde...
Atatürk de Selanikli ya... Dedem Mustafa Kemal'le hep
beraber... Sazlar çalınıyor, dedemin Rumeli türküleri terennüm ediliyor.
'A benim mor çiçeğim sen doldur ben içeyim...'
'İhtiyatlar tüfek çatmış yolun üstüne...'
Meşk durmaksızın...
Atatürk de merakta. Hem saz çalmak hem güreş tutmak.
Acaba hangisi daha zor?
Soruyor Tanburacı'ya o da cevaplıyor;
-Güreşmek zordur Paşam...
Atatürk itiraz ediyor;
-Saz çalmak daha zor değil mi Tanburacı, ben de
güreşebilirim ama saz çalamam ki...
Tanburacı'dan gelen cevap kesin;
-Paşam saz çalmak çok kolay, onun size itirazı yok ki.
Eğer biliyorsanız o size her sesi zaten verir, siz de istediğiniz gibi çalar
söylersiniz... Ama güreş öyle değil. Ne kadar bilirseniz bilin karşınızda
sizden daha güçlü bir acı kuvvet olabilir...
Atatürk, Tanburacı'ya ziyadesiyle hak veriyor.
Soyadı kanunu çıktığında da dedem soruyor;
-Paşam kanunu çıkarttın. Ben ne soyadı alayım?
Paşa;
-Biz seni Tanburacı Osman Pehlivan olarak tanıyoruz. Var
sen Tanburacı olarak kal, diyor...
O gün bu gün Tanburacı devam ediyor...
Günlerden bir gün Atatürk, maiyetindeki zevat ve de
Tanburacı Pehlivan kırlık bir yerde askeri birlikle beraber baharı
karşılıyorlar...
Sofralar donatılıyor, sazlar çalınıyor, sohbetin bir
yerinde Atatürk;
-Bre pehlivan bırak sazını da çık şu çayıra bir güreş tut
benim askerle, diyor...
Dedem o zaman 60'ında...
-Etme be Paşam, hiç senin civanmert askerinle baş
edebilir miyim ben? Zaten yaşım olmuş dünden altmış...
Atatürk ısrarcı.
-Bre soyun... Getirin oradan iri kıyım bir asker.
Tutuşsun Tanburacı erle, seyredelim bir güreş, buyurunca güreşmek vacip oluyor.
Tanburacı atıyor mintanını, fora ediyor ayakkabıları,
kıvırıyor pantolonu kispet gibi diz altına, çıkıyor çayıra başlıyor peşreve...
Tanburacı çok güzel peşrev atarmış. Aslında güreşte
peşrev şimdikilerin yaptığı gibi ruhsuz değil, dans edercesine zıplayıp havada
yarı dönerek elleriyle yağlı vücudu tokatlayarak yapılırmış... Önce kalçaya
sonra dize, en sonunda da sıyırtma bir şekilde topuğa vurarak ve de şrrak
şrrakk sesler çıkararak havada ahenkle döne döne yapılırmış...
Peşrev gösterisi bittikten sonra 20 yaşındaki erle
60'ındaki Tanburacı Pehlivan geliyorlar huzura...
Tanburacı genelde tek kol kaparmış. Onun baş oyunuymuş
tek kol kapmak. Kolu kaptıran da çaresiz yüz üstü düşer pehlivan da derhal
üstüne yayılır, başlarmış alttakini ezmeye... Öyle tabir edilir; ezme...
Vücudunun bütün ağırlığını alttakinin üzerine verir, yayıldıkça yayılırsın ve
alttaki cihan pehlivanı olsa bu durumdan kurtulamaz. Neyse uzatmayalım.
Bir iki el ense...
Bir iki yoklama...
Bir iki silkeleme,
Bir tek kol...
Onbaşı yerde!...
Tanburacı üstünde...
Yerde de bir iki oyun. Güreş tam hızını almışken
Tanburacı Pehlivan elini çimene vurur ve kalkar!
Eli çimene vurmak pes demek. Onu da alttaki yapar ama...
Tanburacı güreşi bırakınca Atatürk kızar;
-Yahu Tanburacı, en güzel yerinde bıraktın güreşi...
Olmaz ama, devam et...
Dedemden bir cevap;
-Etme Paşam senin askerin filiz gibi delikanlı, acı kuvveti
var, benden bu kadar. Pes ettim işte.
Atatürk kararlı, güreşin sonunu seyredecek...
-Devam pehlivan devam... Yarım bırakmak yok, deyince
dedemden Atatürk'ü mest eden şu cevap gelir;
-Paşam isteme bunu benden. Senin askerinin sırtını yedi
düvel yere getiremedi. Ben, hem de Paşamın huzurunda o sırtı yere vurursam ayıp
olmaz mı?...
Atatürk bu asil davranış karşısında mest olur.
Tanburacı Pehlivan'ı işte bunun için seviyorum der. Hem
kaba kuvvetle hoyrat bir iş yapıp güreşiyor. Hem ince bir ruhla saz çalıyor.
Tanburacı'nın sazı kadar sözü de etkili...
Kaynak-Osman Tanburacı