Türkiye
Türkçe’si Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Bugün de devam etmekte olan bu
devre, 1908 meşrutiyetinden sonra başlar. Bu yeni devrenin 1908 meşrutiyetinden
sonra başlayan ve Cumhuriyete kadar devam eden ilk safhası Türkiye Türkçesinin
başlangıç devri mahiyetindedir bu kısa devirde çok süratli bir şekilde ortaya
çıkan yeni yazı dilinin yanında Osmanlıca henüz tamamıyla sahneden çekilmiş
değildir. Fakat lam manasıyla son günlerini yaşamakta ve umumi dil olmaktan çıkarak
muayyen kalemler tarafından tutulmağa çalışılan hususî bir dil durumuna düşmüş
bulunmaktadır.
Hâsılı bu devir.
Osmanlıca’nın son örnekleri ile Türkiye Türkçesinin ilk örneklerinin yan yana
bulunduğu devirdir, Osmanlıca’nın bu son örneklerine yeni dil gittikçe fazla
sokulduğu gibi, yeni dilin ilk örneklerinde de bazı Osmanlıca unsurlar, eskimiş
bazı kelimeler, bazı terkipler görülmektedir. Yukarıda da söylediğimiz gibi
değişiklik bir neslin hayatı içinde ortaya çıktığı için Osmanlıca’dan yeni
dilin ilk örneklerine bu şekilde ufak tefek taşmalar olmuştur. Fakat yeni dil
bu küçük taşmalardan bu ilk devre içinde kendisini süratle kurtarmış, temiz
Türkçe’nin sayısız örneklerini vererek Osmanlıca’yı kısa zamanda gerilerde
bırakmıştır Öyle ki Cumhuriyet deri başlarken Osmanlıca artık çoktan ölü bir
dil hâline gelmiş ve yazı dilinin bütün ufukları Türkiye Türkçe’sine açılmış
bulunuyordu.
Türkiye Türkçesini
Osmanlıca’dan ayıran başlıca hususiyet onun yabancı unsurlar karşısındaki
durumudur, Dilin iç yapısı, yani Türkçe bakımından Batı Türkçesinin bu iki
devresi arasında bir devre farkı olmadığını, bu iki devrenin yabancı unsurlar
bakımından ayrı devreler teşkil ettiğini yukarıda da açıklamıştık. Yabancı
unsurlar bakımından bu iki devre arasında gerçekten çok büyük bir fark vardır.
Bu farkın en ehemmiyetli tarafı terkipler bakımından olan ayrılıktır. Türkiye
Türkçe’si terkipsiz Türkçe’dir.
Türkiye Türkçesinin en
belirli vasfı budur. Bu bakımdan Türkiye Türkçe’si Bütün Türkçe’nin en temiz
devridir, Az ve basit olmakla beraber Eski Anadolu Türkçe’sinde yabancı
terkipler vardı. Osmanlıca tam mânâsıyla terkipli dil demektir. Türkiye
Türkçe’si ise Türk yazı dilinin bu Arapça, Farsça terkiplerden kurtulmuş olduğu
mesut devridir. Bir dil, yabancı bir dilin tesirinde kalabilir, Bu tesir, lügat
hazinesinde. yani kelime sahasında kaldığı müddetçe ne kadar aşırı olursa olsun
dil için bir tehlike teşkil etmez. Fakat kelime sahasını aşar ve kelime
guruplarına, cümle sahasına el atarsa dilin yapısı tehlikeye girer. dilin gidişi
çığırından çıkar.
Dilin, yapısını ayakta
tutabilmek üzere bunlara mukavemet edebilmesi için çok sağlam bir bünyeye sahip
bulunması lâzımdır. Osmanlıca’da Türkçe’ye korkunç bir nisbette karışan Arapça
ve Farsça terkipler de bu şekilde kelime sahasında kalmayan, cümle sahasına
giren yabancı unsurlardı. Türkçe’nin bünyesi çok sağlam olduğu için bunlara
asırlarca mukavemet edebilmiş ve zamanı gelince onlardan kolaylıkla silkinerek
kendi yapısı ile baş başa kalmıştır.
Fakat bu yabancı
unsurlar onun ifade kabiliyeti için çok zararlı olmuşlar, onun gelişmesine
asırlarca çelme takmışlardır. İşte Türkiye Türkçesini Osmanlıca’dan ayıran en
büyük vasıf, onun bu şekilde terkipsiz Türkçe olmasıdır. Bu sebeple
Osmanlıca’nın sonları ile Türkiye Türkçesinin başlarında karşımıza çıkacak
örnekleri de bu kıstasa göre ayırmak icap eder. Elimizdeki örneğin dili,
terkipsiz ise Osmanlıca, terkipsiz ise Türkiye Türkçe’sidir.
Türkiye Türkçe’si
terkipler dışındaki yabancı unsurlar bakımından da Osmanlıca’dan çok farklıdır.
Bir kere Türkiye Türkçe’si Osmanlıca’daki yabancı çekim edatlarından, Arapça,
Farsça çokluk yapmak gibi yabancı kaidelerden de kurtulmuştur. Sonra yabancı
kelime sayısı büyük ölçüde azalmış ve azalmaktadır. Fakat, bir kısmı konuşma
diline de yerleşmiş olduğu için, Türkiye Türkçe’sinde bugün hâlâ pek çok Arapça
ve Farsça kelime vardır.
Bu hususta Türkiye
Türkçe’si Batı Türkçesinin en temiz devri değildir. Osmanlıca ile mukayese
edilemeyecek kadar temiz bir durumda olmakla beraber, Eski Anadolu
Türkçe’sinden daha çok yabancı kelime ihtiva etmektedir. Demek ki Türkiye
Türkçe’sinde yabancı unsur olarak yalnız çok sayıda Arapça, Farsça kelimeler
kalmıştır. Bu arada bazı terkipler de görülür, fakat bunlar tek kelime
muamelesi gören klişeleşmiş şeyler olup, sayıları da çok azdır. Türkiye
Türkçesinin diğer devrelerden bir farkı da batı dillerinden bazı yabancı
kelimeler almış olmasıdır.
Türkiye Türkçe’sinde
cümle yapısı da büyük bir aydınlığa kavuşmuştur. Bu devrede Türk cümlesi eski
devrelerdeki karışık ve mânâsız uzunluğun dan kurtulmuş, kısa, derli toplu
yanlışsız cümle hâline gelmiştir.
Osmanlıca’dan Türkiye
Türkçe’sine geçiş, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak suretiyle olmuştur.
Osmanlıca, konuşma dilinden çok uzaklaşmış derece sun’î bir yazı dili idi. Türk
yazı dilini daima temiz kalan konuşma diline yaklaştırınca yazı dili kolaylıkla
Türkçe’yi bulmuş ve sun’i Osmanlıca tarihe karışmıştır. Esasen Türkçe’ye
sokulmuş olan yabancı unsurlar Arapça, Farsça gibi gerek menşe, gerek yapı
bakımından Türkçe ile hiç ilgisi bulunmayan bir Sâmi, bir Hind-Avrupa dilinden
gelme idi.
Bu sebeple bu unsurlar
Türkçe’nin bünyesi içinde daima yabancı kalmış ve büyük sun’iliğe dayanan
iğreti durumlar, yazı dili konuşma dili kaynağına dönünce çabucak sarsılarak
üçüzlü sun’î dil en kısa zamanda yıkılıp gitmiştir. Yazı dili konuşma diline
yaklaştırılırken tabiî öteden beri kültür merkezi olarak Türkçe bakımından
esasen yazı dilinin dayandığı konuşma diline sahip bulunan muhitin dili, yani
İstanbul Türkçe’si esas alınmıştır. Bu sebeple bu gün Türk yazı dili yani
Türkiye Türkçe’si hemen hemen İstanbul konuşma dilinin, İstanbul Türkçesinin
aynidir. Yazı ve konuşma dili olarak ikisi arasındaki fark en aşağı bir
derecededir.
Hülâsa, ana çizgileri
ile başlıca vasıflarını belirttiğimiz Türkiye Türkçe’si bugün tam bir özleşme,
güzelleşme gelişme hâlindedir. Batı Türkçe’si bu son devre ile çok hayırlı bir
yola girmiş ve Türk yazı dilinin bütün gelişme ufukları açılmıştır. Kuvvetli
bir yazı dili olmak üzere gelişme yoluna giren Türkiye Türkçesinin yürüyüş hızı
devre boyunca memnunluk verici bir seyir göstermiş. 1928’de eski harflerin terk
edilmesinden sonra ise büsbütün artmıştır. Bu devirde son zamanlarda bile arada
sırada Osmanlıca bazı şiirler yazıldığı da görülmektedir. Fakat ölü dille
yazılmış olan bu bir kaç şiir şüphesiz ancak tarihi birer hatıradan ibarettir.
Kaynak-TDK