23 Mart 2017 Perşembe

MİİLİ SIR


Atatürk’ün tarihi nutkunda söylediği milli sır, onun kalbinde kuvvetlendikçe kuvvetleniyordu. O, her adımda daha iyi anlıyordu ki, Türkiye’yi hakiki bir kurtuluşa mahzar kılabilmek için yalnız müstevlileri vatanın harimi ismetinden (içinden) çıkarıp atmak kafi değildir. Onunla beraber Türk milletini icabında düşmanlara pek güzel alet olan sultan ve halifeden de kurtarmak ve bu milleti kendi hakiki milli hakimiyetine sahip olduğu halde tamamen hür ve müstakil kılmak lazımdır.

TBMM’nin Ankara’da 16 Mart-23 Nisan 1920 arasındaki hazırlıklarında bir gün, o zaman Heyeti Temsiliye karargahı olan Ziraat Mektebinde telefon etmek ihtiyacıyla Atatürk’ün salonuna girmiştim. Koca binada yegane telefon orada idi. Selam vererek doğru telefona gittim. Bu aralık Atatürk, yanındaki zatlara hitaben:

-" Canım, bu mesele hakkında Yunus Nadi Beyin fikrini almadık, bir de ona soralım bakalım."

dedikten sonra bana döndü:

- "Kurulması hazırlığıyla uğraştığımız meclisin hakları ve salahiyetleri üzerinde konuşuyorduk. Sizce bu nasıl bir meclis olacaktır?" diye sordu.

Ben yarı şaka, yarı ciddi şu cevabı verdim:

- "Acayip! Arkadaşların burada açılacak meclisle yepyeni bir Türk devleti kurulmakta olduğunda şüpheleri mi var yoksa?"

Atatürk’ün yanında kerli ferli, hepsi birer suretle maruf yedi sekiz kişi vardı. Benim cevabım üzerine hepsinin benzi kül kesildi. Nerede ise dudakları yarılacaktı. Vaziyetin fecaatine (pek acıklı durumun) Atatürk’te dikkat çekerek, bana:

- "Canım, biz ciddi iş konuşuyoruz, sen alayla mukabele ettin."

demiş ve bahsi hafifletmeye ve mecliste hazır olanların korkularını gidermeye müsaraat etmişti (çalışmıştı).

İşte, Atatürk’ün milli sırrı, onun hakikaten sır olarak kalbinde saklamaya itina ettiği bu büyük işti ki, o zaman için ve hatta bir iki yıl sonlarına kadar ondaki takayyüd (özen) ve itinası asla yersiz değildi.

Yunus Nadi ABALIOĞLU