17 Mayıs 2009 Pazar

YARALI MUSTAFA KEMAL

(Halide Edip Adıvar, orduya bir nefer olarak katılmayı istemiş. Bu isteği başkomutanlıkça kabul olunmuş ve garp cephesine gidip katılması emri gelmiş. Sakarya meydan savaşının arifesindeyiz. Mustafa Kemal Alagöz köyünde, cephenin yanı başında).
... Bir zabit beni Mustafa Kemal Paşa’nın karargahına götürdü. Solda toprak yığınlarının altında birkaç evin ışığı yanıyordu. Bir tek karanlıktan geliyordu. O'da telefon servisini yapan bir askerin "inler, katrancı, inler, katrancı" diye bir köyle muhaberesiydi. Sağ taraf bir çukur, içinden su geçiyor. Arkasında üç ev daha var. Bu evlerin arkasında yine ışıkları yanan çadırlar; uzun ve sivri bir direk; telsiz tesisatı. Köy yolları karanlık ve çamur içinde. Ay batmış, gece yarısı oluyor. Küçük bir tahta köprüyü geçerek öbür taraftaki eve gittik. Mustafa Kemal Paşa'nın muhafızları kapıda; onlardan biri beni yukarıya çıkardı. Paşa’nın yaveri Muzaffer Bey beni Paşa’nın odasına götürdü. Çok aydınlık ve tek lüks lambası olan bir Anadolu odası.
Mustafa Kemal Paşa, oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi. Paşa’ya doğru kalbimde mutlak, bir hürmetle gittim. O mütevazi odada bütün gençliğin, "bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararı"nı temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun o odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim, elini öptüm.
"Safa geldiniz hanımefendi" dedikten sonra bana bir sandalye gösterdi. Ve Ankara hakkında havadis sordu. Aynı zamanda tahta masanın üzerindeki bir haritaya eğilerek : durumu, dört yaşındaki bir çocuğun bile anlayabileceği kadar açık ve sade bir ifade ile anlattı. İşte Sakarya kıvrılarak gidiyor. Nehrin etrafına üzerlerinde kırmızı ve mavi kağıt kelebekler titreşen toplu iğneler konulmuş. Eğer askeri durum hakkındaki duygularımı Mustafa Kemal Paşa'ya söylesem mutlaka gülerdi. Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi Ankara'ya yaklaşmış görünüyordu. Buna muvazi olarak Sakarya'nın doğusunda Türk ordusu da kıvrılarak bu canavarın Ankara'yı yutmasına mani olmaya çalışıyordu. Siyah canavar o kadar kocamandı ki, insana korku veriyordu.
"Eğer Ankara'ya gider de bizi geride bırakırsa ne yaparız?" diye sordum. Korkunç bir kaplan gibi güldü.
- "İyi yolculuklar efendiler" derim; arkalarından vurarak onları Anadolu’nun boşluğunda mahfederim!

Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı.