23 Nisan 2011 Cumartesi

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI


Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış ve Türk Milleti'ne egemenliğin devrediliş tarihi olan 23 NİSAN'ın, tüm dünyada resmen "Dünya Çocuk Günü" olarak ilan edilmesi; Dünya tarihinin  emsalini bile göremediği Türk Devlet Adamı, Mustafa Kemal ATATÜRK ve O'nun öncülüğünde gerçekleştirilen Türk Devrimi'nin ve Atatürk İlkelerinin evrenselliğini ortaya koyması bakımından  büyük önem taşır.   

Atatürk 23 Nisan’ı hediye ettiği yarının büyüklerine şu şiirsel sözleri söylemiştir.

Küçük hanımlar, küçük beyler!
Sizler hepiniz geleceğin bir gülü,
yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız!
Memleketi asıl aydınlığa boğacak
sizsiniz. Kendinizin ne kadar mühim,
kıymetli olduğunuzu düşünerek
ona göre çalışınız.
Sizlerden çok şeyler bekliyoruz.

Mustafa Kemal ATATÜRK


UNESCO tarafından 1979 yılı ‘Çocuk Yılı’ olarak ilan edince, Türkiye Cumhuriyeti,  23 Nisan bayramını dünya çocuklarıyla kutlamaya karar verdi. O yıl kutlamaya 6 ülke katıldı, ama her yıl bu sayı büyüdü ve bütün dünya çocuklarının kutladığı uluslararası bir bayram haline geldi. Bu bayram Dünyada çocukların sahip olduğu tek bayram özelliğini taşır. 

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI  kutlu olsun!


19 Nisan 2011 Salı

GAZİANTEPLİ MEHMET ONBAŞI


Önce İngilizlerin ardından da Fransızların işgaline uğrayan Antep’te;   Antep Savunmasının komutanı Kilisli Ömer Bey, silah arkadaşlarına, aralarına yeni bir silah arkadaşı katılacağını müjdeler. Gelen kişi, on iki yaşındaki Milli Mücadeleci Mehmet’tir.

Şehri savunan birliğe katılan Milli Mücadeleci Mehmet yöreyi avucunun içi gibi bilir. Mehmet, komutanının verdiği görevi yerine getirmek için insanüstü bir çaba göstermektedir. Aldığı mektubu uzun ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Davut Çavuş’a ulaştırır.


Taşıyla toprağıyla adım adım bildiği derelerden, tepelerden aşarak, soluk bile almadan koşmuştur.  Fakat yaralıdır. Mektubu verir vermez canını teslim eder. O artık Gaziantepli Şehit Mehmet Onbaşı olmuştur.

Kaynak- I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Kahramanları

BOZKIR ŞAFAĞI


Kurtuluş Savaşı esnasında düşman kuvvetlerinin Sakarya Cephesi’nde ilerlediği günlerde Ankara’da bazı milletvekilleri Meclis’in Kayseri’ye taşınması için harıl harıl çalışmaktaydı.

Bu tip insanlar Türk Milletinin dertlerine tercüman olmaktan ziyade, işleri yavaşlatmak, savsaklamak daha doğrusu kurtuluş ve bağımsızlığı engellemek istiyorlardı. Her zaman; Toplumca en zor günleri yaşadığımız zamanlarda içimizdeki bazı insanlar gerçek niyetlerini gizleyerek kurtuluş yolunda engeller çıkarmaya çalışmışlardır.

Bu insanlara Mustafa Kemal’in cevabı; kararlılığın ve sarsılmaz inancın bir göstergesidir:

-Olmaz arkadaşlar. Benim, düşmanı mutlaka yeneceğimize dair imanım hiçbir zaman sarsılmamıştır. Siz isterseniz gidiniz. Ben gitmeyeceğim! Düşmanın batıdan Ankara’ya girdiğini görünce bir elime mavzeri, bir elime Türk Bayrağını alacağım. Elmadağı’nda bir kayanın üstüne çıkacağım. Türk Bayrağını kayanın üstüne dikip, üzerinde bulunduğum kayayı savunacağım. Son mermimi kullanıp, son nefesimi verinceye kadar savunmama devam edeceğim!

 Kaynak- I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Kahramanları

KAFKAS CEPHESİNDEN ANADOLU’YA


75 yaşındaki Yunus Hoca gençliğinde Doksan üç Harbi’nde savaşmış eski bir askerdir. Vatanın işgale uğradığı 1920 yılında, bu eski kahramanlık günlerini hatırlayıp duygulanmaktadır. Torunu Selçuk’un babası olan oğlu Şeref’i Çanakkale’de kaybeden Yunus Hoca, tüm ilgisini torununa yönelterek onu avutmaya çalışmaktadır. Babasını görmek isteyen Selçuk’a eğer uyursa babasını getireceğini söyler. Yunus Hoca, torunu Selçuk’u uyuttuktan sonra sessizce evden çıkar. Anadolu’nun kurtuluşu için Kuvayımilliye’ye katılır.

Anadolu’ya cephane yükleyen motorun yanına geldiğinde, motor kalkmak üzereydi.. Yunus Hoca alelacele motora atladı. İhtiyarlığını unutturan bir çeviklik ve dinçlikle hareket ediyordu. Tahir ve Zivin Meydan Savaşlarının bu eski kurdu, bu sefer Anadolu’ya geçip; orada, sömürgeci, istila ordularına karşı savaşmaya gidiyordu.

Şafak sökerken Yunus Hoca ve motordakiler Anadolu’ya ilk adımlarını atmışlardı.. Hepsinin elinde birer mavzer vardı ve mavzerler Anadolu’nun kurtuluşunu Türkiye’nin kurtuluşunu müjdeliyordu.

 En zor şartlardan en parlak zaferlerin çıkarılabileceğinin en somut örneği olan Türk Kurtuluş Savaşı, İstanbul’dan Anadolu’ya geçerek kurtuluş meşalesini ateşleyenler tarafından başlatılmıştır.

Bulunduğunuz yer işgale uğramış olabilir; fakat direnişe devam etmenin her zaman bir yolu vardır

Kaynak- I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Kahramanları

GÖNÜLLÜ TURAN ONBAŞI


Anadolu’daki düşman işgaline son vermek üzere Türk milleti varını yoğunu ortaya koyarken çocuk yaştakiler de silah altına alınmak için can atmaktadırlar. Turan da silah altına alınmak isteyen belki de en fazla isteyen ufacık ve zayıfça bir gençti. Bir çocuk demek daha doğru olur ama yüreği bir delikanlının yüreği gibi vatan ve Türklük sevgisiyle çarpıyordu. Onu durdurmak imkânsız gibiydi. Ufacık vücuduyla öylesine direniyordu ki, silah altına alınmak için, o zamana kadar sessizce ve kimseden habersiz ağlayan anacığı Ayşe Kadın bile dayanamayarak adeta kükredi:

-Binbaşım! Binbaşım!.. Varın alın evladımı asker.  Verin eline silahı, yürüsün namusumuza, ırzımıza göz diken düşmanın üstüne, hemi de. Balkanlarda şehit düşen babasının öcünü alsın.

Küçük yaşına ve çelimsiz vücuduna rağmen askere alınmakta ısrar eden Turan, Anacığının desteği ile de bu isteği kabul olunca da geri hizmetlerde görev almayı reddeder.

Komutanından muharebe alanında bir görev ister. Turan’ın görevi, Hasan Çavuş’un mangasıyla birlikte, düşman karargâhını ateşe verip, panik yaratmaktır. Görev başarıyla tamamlanır.

Kaynak- I. Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Kahramanları

KARABIYIK MUSTAFA


Osmanlı başkentinden, saraydan gelen emir sonucu direniş önlendiği için İzmir’i kolayca işgal eden Yunan kuvvetleri Türk topraklarında rahatlıkla ilerlemeye başlarlar. İzmir ve Aydın’ı alarak Ödemiş’e doğru hızla ilerlerler.

Orduları terhis edilmiş, savunma imkânları elinden alınmış toprakları ve onun halkını kolayca ele geçirmek üzere saldıran Yunan kuvvetleri, Anadoluyu sonuna kadar böyle katedeceğini düşünürken,  karşılarında yiğit Ege halkını bulur.

Günlerden bir gün, Ödemiş’in Adagide bucağının Hacı İlyas köyünde soylu bir başkaldırının ilk kıvılcımları başlamak üzeredir. Hazinedaroğlu Karabıyık Mustafa, ilerleyen Yunan kuvvetlerine karşı yanına aldığı on beş köy delikanlısıyla birlikte düşmana ilk kurşunu sıkar. Hazinedaroğlu Karabıyık Mustafa vatan savunması için harekete geçmeyi bekleyen diğerlerine bir kıvılcım olmuştur. Düşmanı görünce gerisin geriye kaçmak yerine tüm köy halkı, delikanlıları, ihtiyarları ve kadınlarıyla düşmana karşı dururlar. 

Kısacık çarpışmada hepsi şehit olurlar ama Avrupalı soysuzların desteklediği  kahpe Yunanada Anadoluyu işgalin hiçde kolay olmayacağını anlatmış olurlar 

Karabıyık Mustafa’nın Yunan’a ilk kurşunu sıktığı Hacı İlyas köyünün bugün adı “İlk Kurşun”dur.

Kaynak- Milli Mücadelede Siviller

ARPACININ ÖMER


Fakir ve yetim bir genç olan Ömer, ölen babası arpacılıkla uğraştığı için “Arpacının Ömer” diye çağrılırdı. Ömer, kasabanın zenginlerinden Ülfet Ağa’nın bağında bekçilik yapar. Bir gün bağda iken ileriden üç atlının geldiğini görür. Bunlar Kör Mustafa, Mestan ve Ali’dir. Arpacının Ömer, bunlardan düşmanın iki günlük mesafede olduğunu öğrenir.

Düşmanla karşılaşmak ve onları silahıyla durdurmak ister. Ertesi gün Armutlu bucağına doğru yol alır. Armutlu’ya vardığında orada sadece bucak müdürü Mehmet Ali Bey, birkaç askeriyle Mülazım Eşref Bey ve bazı yaşlıların kaldığını görür. Düşmanla savaşma isteğini Mülazım Eşref Bey’e ileten Ömer, komutandan düşmanı gözetleme görevini alır. Yola koyulan Ömer, Çiçekli Dere denilen yerde Afyonlu Çavuş Mustafa’ya rastlar. Çavuş Mustafa cephane sandıklarını askerimize göndermekle görevlidir.

Çavuşun yanında karnını doyuran Arpacının Ömer tekrar yola koyulur. Artık düşman hatlarına iyice yaklaşmıştır. Bir ağaç altında düşman askerlerinden birini bulan Ömer hızlı davranarak bu düşman askerini esir alır ve Çavuş Mustafa’ya götürür. Askerlerimiz düşmanın dilinden anlayan birisini bulup gerekli bilgileri esir askerden kolayca alırlar. Ömer bu bilgileri hiç durmadan Mülazım Eşref Bey’e götürür.

İyice yorulan Ömer buna rağmen bir türlü uyuyup dinlenmez. Çavuş Mustafa’nın ‘düşman sizin oradaki köprüyü geçerse durdurulması zor olur’ sözü aklından çıkmaz. Gece gizlice cephaneliğe giren Ömer, yirmi tane dinamiti yanına alarak yola çıkar. Dinamitleri köprünün altına yerleştirerek beklemeye başlar. Elinde tüfeğiyle düşmanı bekleyen Ömer, düşman köprüye girdiğinde hem fitili ateşler hem de düşmana ateş etmeye başlar. Büyük bir gürültüyle patlayan köprü onlarca düşman askerini havaya uçurur; fakat Ömer de artık hayatta değildir.

Bugün o köprünün yerinde çelik bir köprü vardır. Köprünün adı da Arpacı köprüsüdür. Ömer’in mezarı da az ilerideki bayırın üzerindedir.

Kaynak-  Milli Mücadele de Türk Çocukları

ERENKÖY DİRENİŞİ


Erenköy, Kıbrıs Türk halkının varoluş mücadelesinde çok özel bir öneme sahiptir.
Çünkü, burası mücadele süresi boyunca Anavatanla, Yavruvatan arasında köprü görevi yapan bir yerdi. Çünkü, burası gözüpek, milliyetçi mert delikanlıların yüreklerini ellerine alıp Anavatan'dan yüklenip getirdikleri silahları çıkarttıkları yerdi. Çünkü, burası Kıbrıs Türk mukavemetçilerinin, mücadele gücünü arttıran silahların geldiği yerdi. Çünkü, burası Anavatanla, Yavruvatan arasındaki kopmaz ve kopartılamaz bağın simgesiydi.
Erenköy; gözü pekliğin, fedakarlığın, mücadele için herşeyin göze alındığı bir yiğitler yurdudur

Yıl 1958, gün “20 Temmuz”du. Anavatan'dan ikmal yapılmış, “bereketçiler” ilk silahları küçük teknelerle getirip Erenköy'e çıkarmıştı. Ve ne tesadüf ki 16 yıl sonra Kıbrıs Türk halkına barış ve özgürlüğü getirecek olan barış Harekatı'nın başladığı gün de 20 Temmuz olacaktı.

Türkiye'den yapılan ikmal seferleri sırasında iki yürekli insan Asaf Elmas ile Hikmet Rezvan 1958'in Kasım'ında Akdenizin köpüklü sularında kaybolarak şehit olacaktı. Ama 1983'ün Kasımı'nda onların harç koydukları mücadele sonucunda ise Kıbrıs Türklerinin devleti doğacaktı.

Rumların, 1963'te tarihe Kanlı Noel olarak geçecek Türkleri yok etme harekatı, Anavatan'daki ve yurt dışındaki Kıbrıs Türk gençliğini ayağa kaldırmıştı. Kıbrıs'a gelecekler, vatanlarını savunacaklardı. Önlerine çıkacak hiç bir engel onları bu kararlarından vazgeçiremeyecekti.
Mitingler, silah temin etme, sandal gasp etme girişimleri derken, onlara kısa bir durak olacaktı Zir Eğitim Kampı. Ve Anavatanla, Yavruvatan arasındaki köprü Erenköy bir kez daha devredeydi. 
Anamur'dan yirmişer, otuzar gruplar halinde sandalla yola çıkan gençler, 30 mart 1964'ten itibaren Erenköy'e çıkmaya başlamıştı. 9 Ağustos'a gelindiğinde Erenköy'e çıkanların sayısı 530 olmuştu.
 
Erenköy, Rum ve Yunan'a göre ortadan kaldırılmalıydı.  General Grivas komutasında kana susamış 5 bin asker; denizden 3 hücumbot, karadan makineli tüfekler, ağır toplar ve bataryalarla 6 Ağustos günü hücuma kalktı. Erenköy'deki Türklerin bu güçler karşısında sayısı azdı, silahı azdı, mermisi azdı, yiyeceği azdı ama inancı vardı, cesareti vardı.
Saldırılara göğüs gerilecek, düşman güçlere geçit verilmeyecekti. Köy, ağır top ateşine tutulmuştu. Ama kurşun yağmuru, top yağmuruna rağmen Mücahitler geçilemiyordu...
Ve tarih 8 Ağustos 1964. Tüm uyarılara rağmen düşman saldırısını durdurmuyor aksine arttırıyordu. Artık Türkiye'nin sabrı taşıyordu, göz göre göre köy yok edilemezdi.
Çelik kanatlı Türk jetleri yeri göğü inleten sesleri ile daldılar düşmanın üzerine.
Hücumbotlarına, ağır toplarına, bataryalarına güvenip insan kasabı kesilen düşman, kaçacak delik arıyordu.

Türkiye ilk kez fiili müdahalede bulunup düşmana “dur” diyordu. Cumhurbaşkanı merhum Cemal Gürsel'in “Rumların aklı başına gelene kadar Türk jet uçaklarının taaruzları devam edecektir” emri yerine getiriliyordu. Bir katliam önlenmişti. Eli kanlı güçler durdurulmuştu.
Mert insanlar onurlarıyla direnmiş, tarihe şanlı bir sayfa eklemişlerdi. Bu sayfa, Şanlı Erenköy direnişiydi.

Kaynak-M. Ali GÖKDEM 

ÖMER LÜTFİ ARGEŞO (1880-1975)


Ömer Lütfi Argeşo veya Ömer Lütfi/Lütfü Bey Osmanlı Meclisi Mebusanı 4. Döneminde (son) ve T.B.M.M. 1. Dönem'de Karahisarı Sahip (Afyonkarahisar) milletvekilliği, ve ilk TBMM tarafından teşkil edilen hükümette Nafia Vekilliği (Bayındırlık Bakanlığı) yapmış asker ve siyasetçidir.

1880 İstanbul doğumludur. Harp Akademisi'ni bitirdikten sonra Hamburg'da Askerlik Okulu'na gitmiştir. Yunan işgalinin ilk dönemlerinde Salihli, daha sonra Afyon'da konuşlanan 23. Tümen'in komutanlığını yürütmüştür. Son Osmanlı Meclisi Mebusan'ında (12 gün) mebusluk yaptıktan sonra Ankara'ya geçerek T.B.M.M. 1. Dönem'e Afyonkarahisar temsilcisi seçilmiştir.

İlk hükümette sağlık nedenleri ile ayrılan İsmail Fazıl Cebesoy'un yerine Nafia Vekilliği yapmış, bu görevini II. İcra Vekilleri Heyeti'nde de sürdürmüştür.

Cumhuriyet'in ilanından sonra siyasetten çekilmiş, emekli hayatı yaşamıştır. 16 Kasım 1942'de vefat etmiştir. 

 “Harp Tarihi Yayınlarından alıntı”

TAYYARECİ MİTHAT NURİ BEY (1889-1971)


Tayyareci Mithat Nuri Bey 1889 yılında İstanbul’da doğdu. 1911 yılında Mühendishane-i Berri Hûmayun Mektebi’nden teğmen olarak mezun oldu. Sultan Mehmet Reşat tarafından ‘Liyakat Madalyası’yla ödüllendirildikten sonra da Paris’e Topçu Okulu’na gönderildi. Ancak, 1911 yılında Osmanlı Hava Kuvvetleri’nin kuruluş çalışmaları sırasında Paris’e gelen Havacılık Teşkilatı Komisyon Başkanı Süreyya Bey tarafından sınıfı değiştirildi ve Paris’teki ‘École Aéronautique’ Havacılık Okulu’na gönderildi. 1912’de bu okulu bitirdi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca, Osmanlı Devleti’nin müttefiki Almanya’ya geçerek, Prusya Kraliyet Hava Kuvvetleri’nde görev aldı.

Tayyareci Mithat Bey, Birinci Dünya Savaşı sonrası İstanbul’a döndüğünde, Ayastefanos (Yeşilköy) Tayyare Mektebi’nde eğitmen olarak görev aldı. Tayyareci Mithat Bey’in pilot yetiştirme dönemi pek uzun sürmedi. Osmanlı Devleti’nin savaşlarından biri daha başlamıştı. Arabistan topraklarındaki savaş iyice kızışınca, Mithat Bey Tayyare Mektebi’ndeki görevinden alınarak apar topar güney cephesine gönderildi.

16 Mart 1920’de İstanbul işgal edildiğinde, Tayyareci Mithat Bey birkaç arkadaşıyla beraber İstanbul’dan kaçıp, milli kuvvetlere katıldı. Ankara’ya ulaştı. Mühendis olduğu için önce Ankara Silah Atölyesi’nde, sonra Eskişehir Demiryolları Fabrikası bünyesinde kurulmuş olan Hafif Silah Tamirhanesi’nde daha sonra da Kayseri Hava Ulaştırma Birliği’nde görev aldı.
Büyük yararlılıklar gösterecek gözü pek, başarılı genç pilotlar yetiştirdi. Uçuş öğretmenliği yaptığı dönemlerde Mithat Bey, Türk havacılık tarihindeki ilk Türkçe teknik uçuculuk kitabı olan ‘Vasıta-i Tayyare’yi yazıp yayımladı.

Kurtuluş Savaşı’nda uçağıyla gösterdiği yararlılıklar nedeniyle İstiklâl Madalyası ile onurlandırıldı.

Tayyareci Mithat Bey, 1971 yılının Haziran ayında 82 yaşında vefat etti.

Kaynak- (Skylife Dergisi, Ekim.2007)


KARADENİZİN KAHRAMANI ALEMDAR İLE KAPTAN VE TAYFALARI


Milli Mücadele'nin isimsiz bir kahramanı da Alemdar gemisidir. Kuvayı Milliyecilerin bir tek askeri gemisi dahi yokken, Karadeniz'de asker ve silah sevkıyatı yapan Alemdar, onlarca düşman gemisinin arasında, Rus limanlarından Türk ordusuna silah taşımıştır.

1921 yılının ilk günleri. Anadolu'da büyük fedakarlıklarla yapılan mücadelede, cephane eksiği kendini iyiden iyiye hissettiriyordu. Rusya'dan alınabilecek silahları taşımak için kullanılan küçük takalar hem yetersiz kalıyor hem de gidiş gelişleri uzun zaman alıyordu.

Ankara, Karadeniz'den yapılacak nakliyatı sağlayacak bir geminin İstanbul'dan kaçırılmasını kararlaştırdı. Seçilen gemi Alemdar römorkörüydü. Alemdar silahlanmaya uygun büyük bir tekneydi. İstanbul'daki teşkilat sayesinde, Deniz Yüzbaşısı Adil Bey geminin çarkçıbaşılığını (birinci makine mühendisi) üstlendi, personel de güvenilir kimselerden seçildi ve Alemdar'ı İstanbul'dan kaçırılma planlan hazırlandı.

Tüm planlar, Boğaz çıkışındaki düşman kontrolünden sıyrılıp Karadeniz'e geçmek üzerine yapıldı. Boğaz'daki kontrol görevini yapan hücumbotlar, işgal kuvvetlerinin kontrolündeydi; ama bu botların personeli Türk'tü. Birçoğu Kuvayı Milliye'nin İstanbul'daki gizli teşkilatına üyeydi. İstanbul'dan daha önce de silah kaçırılması sırasında, bulundukları hücumbotta geçici bir arıza yaratan Türk denizciler, işgal güçleri subaylarının dikkatini dağıtıp kaçacak gemiye, kontrol sahasında gedik açıyorlardı. Bu kez de öyle oldu. Yüzbaşı Adil Bey ve geminin kaptanı İsmail Bey, 25 Ocak 1921 gecesi, Boğaz'daki kontrolden sıyrılarak Karadeniz'e açıldı.

 Sahilden birkaç mil açıkta seyreden Alemdar, sabah Ereğli'ye vardı. Buradan kömür ve erzak aldıktan sonra Sinop'a hareket etti. Ancak İstanbul'daki müttefik karargahında, Alemdar'ın kaçırılışı büyük yankı bulmuştu. Geminin yakalanması sadece bir römorkörün bulunmasından daha fazlasını ifade ediyordu. Türkler moral bulacaktı.
Karadeniz'deki deniz filosuna haber verilerek Alemdar'ın yakalanması istendi. Aynı günlerde Alemdar, Zonguldak açıklarına varıyordu. Ocak ayının son gününde, C-27 Fransız hücumbotu Alemdar'ı gördü. Gemiye yaklaşarak silahlarını çevirdi ve durmasını ihtar etti.

 Yüzbaşı Adil Bey ve İsmail Kaptan, Alemdar'ın hücumbottan kaçmasının mümkün olmadığını görerek, şimdilik teslim olmaya karar verdiler. Fransız botundan Alemdar'a Yüzbaşı Tille adında bir Fransız subayı ile dört Senegalli asker bindi. Gemiyi dikkatle arayıp silahsız olduğunu anladıktan  sonra İsmail kaptanı bir kamaraya hapsettiler. Adil Bey'i ise çarkçı olduğunu sandıklan için görevinde bıraktılar.

Alemdar, Fransız botunun arkasında geriye, İstanbul'a doğru yol almaya başladı. Yüzbaşı Adil Bey, makine dairesinde yaptığı planı gizlice mürettebata duyurdu. Serdümen Recep aldığı talimatla, öndeki Fransız botuyla aradaki mesafeyi yavaş yavaş açmaya başladı. Mesafe olabildiğince arttığında, Yüzbaşı ve mürettebat aniden Fransız subay ve Senegalli askerlerin üzerine atıldı. Birkaç dakika içinde geminin kontrolü yeniden Türklerdeydi. Fransız Yüzbaşı Tille, düştüğü oyun karşısında sürekli söyleniyordu. Şimdi gemide düşmandan alınan silahlar da vardı. Alemdar, öndeki Fransız gemisine durumu hissettirmeden sahile doğru kaymaya başladı.

Tüm kazanları çalışan Alemdar'da Adil Bey ve İsmail kaptan, mesafeyi yeterli görerek birden gemiyi çevirdiler ve Ereğli'ye doğru yol almaya başladılar. Birkaç dakika içinde durumu fark eden Fransız hücumbotu da hemen Alemdar'ın peşine düştü.

Şimdi heyecanlı bir takip başlamıştı. Fransız botunun hızı Alemdar'dan fazla olduğu için, mesafe gittikçe azalıyordu. Bir süre sonra Fransızlar Alemdar'a iyice sokuldular. Ve Fransız gemisinin boş bölgesindeki top ateş açmaya başladı. Buna karşılık Alemdar mürettebatı da ele geçirdikleri tüfeklerle şiddetli ateşe başladılar. Fransız topunun başındaki asker vuruldu. Mermilerden biri topun nişangahına geldi; hücumbotun en önemli silahı devre dışı kaldı.

 Alemdar Ereğli'ye yaklaşmaya başlamış; sahilde insanlar bu büyük kavgayı görmek için toplanmıştı. Fransız botu Alemdar'ı açığa sürmek için sahille römorkör arasına girdi. Ancak tam bu sırada, Türk sahillerinden yoğun bir makineli tüfek ateşi başladı: Ereğli'deki yerel çeteler zamanında yetişmişti!

Fransız botu kaçmak zorunda kaldı. Alemdar bu çatışma sırasında Sedümen Recep'i şehit verdi. Yüzbaşı Adil Bey'in planıyla Alemdar, Milli Mücadele'ye katılarak Karadeniz'de büyük hizmetler verdi. Anadolu'ya cephane sevkiyatının Karadeniz'deki öncüsü oldu.

 Alemdar"ın bu görevi Kurtuluş savaşı boyunca sürdü gitti. İnebolu'ya silah ve Cephane sevkinde önemli görevler üstlendi.

1924 yılında Seyri Sefain idaresine tekrar geri verilen "Alemdar",1937 de Deniz Bank'a,1939 da Devlet Demiryollarına,1952 de Denizcilik Bankasına devredildi. 1971 yılında söküme giden "Alemdar" diğer kardeşleri gibi jilet oldu.
“Alıntı – Kurtuluş Savaşı Kahramanları.”