14 Kasım 2012 Çarşamba

KAYSERİ LİSESİ 1920-1921 MEZUNLARI

Mezun Veremedi Ama 62 Şehit Verdi Kayseri Lisesi son sınıf öğrencilerinin tamamı gönüllü olarak Gittikleri Sakarya Savaşı’nda şehit düştüğü için okulun 1920-1921 öğrenim yılında mezun verememişti.

Kayseri Lisesi’nin 1920-1921 yılındaki mezuniyet defterinde lise son sınıf talebeleri için, ’Cepheye gidip hepsi şehit düştüğünden bu öğrenim yılında okulumuz mezun verememiştir’ notu var.

Kayseri Lisesi son sınıf öğrencilerinin tamamının gönüllü olarak gittikleri Sakarya Savaşı’nda şehit düştüğü, bu nedenle okulun 1920-1921 öğrenim yılında mezun veremediği bildirildi. Kayseri Lisesi Müdürü Ömer Güven, 1893 yılında ‘Kayseri Sultanisi’ adıyla eğitime başlayan Kayseri Lisesi’nin Kurtuluş Savaşı’nda önemli görevler üstlendiğini, son sınıf öğrencilerinin Sakarya Savaşı’nda şehit olduğunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bir ara Kayseri Lisesi’ne taşınmasının planlandığını söyledi. Güven, Kayseri Lisesi öğrencilerinin Kurtuluş Savaşı’nda büyük kahramanlıklar gösterdiğini belirterek, şu bilgileri verdi:

‘Kayseri Lisesi’nin son sınıf öğrencilerinin tamamı, gönüllü olarak Sakarya Savaşı’na gitmişlerdir. Bir grup öğrenci, Kayseri’de toplanan Kuvayi Milliye gurubuna katılarak 1919 yılında Adana’nın Saimbeyli ilçesi yakınlarındaki Ermeni-Fransız cephesinde (Hacın) düşmana karsı savaşmıştır. Sakarya Savaşı sırasında düşmanın Ankara’ya yaklaşması nedeniyle, tedbir olarak Meclis’in Kayseri’ye taşınması düşünülmüş, Kayseri Lisesi binası içerisine meclis kürsüsü kurulmuş, Meclis’e ait matbaa makineleri de Kayseri’ye getirilmek için kağnılara ve at arabalarına yüklenmiştir.’

Ömer Güven, lise son sınıf öğrencilerinin tamamının ülkesini düşman işgalinden kurtarmak için Sakarya Savaşı’na katıldığını, ancak geri dönemediğini belirterek ‘Okulumuz kurulduğundan bu yana mezuniyet kütüğü (defteri) düzenlenmiş.1920-1921 yılında mezuniyet defterine ‘lise son sınıf talebeleri Sakarya Muharebesi için cepheye gidip hepsi cephede şehit düştüğünden bu öğrenim yılında okulumuz mezun verememiştir’ ibaresi yazılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı arşivlerindeki kayıtlara göre, 62 öğrencimiz Sakarya Savaşı’na gönüllü olarak gidip, tamamı şehit olmuştur. Onlarla daima gurur duyuyoruz ve iftihar ediyoruz’ dedi.

Sair Cahit Külebi müfettiş iken geldiği Kayseri Lisesi’nde okul kütüğünü incelerken,1921 yılında Sakarya Savaşı’na giden öğrencilerin tamamının şehit düştüğünü ve okulun o yıl mezun veremediğini ortaya çıkarmıştır.

Kaynak-Popüler Tarih Dergisi




LİSELİ ŞEHİTLER DESTANI

Selâlar verildi minarelerden,
Meydanlara al bayraklar asıldı,
Taş döşeli avlusunda mektebin,
Kitaba, silaha eller basıldı.
Dualar edildi, helâlleşildi.
Bir daha bir daha vedalaşıldı.
Yılanlı dağa,
Hasan Dağı'na,
Dağların hasına, Ali Dağı'na,
En son Erciyes'in ak doruğuna,
Dünya gözü ile bakıp, gittiler...
Artlarında gözü yaşlı türküler...
Kölesi olduğum
Efendi ağa!
Kayseri nere,
Nere Sakarya?
Sakarya, soyumun kader çizgisi.
Tarihin yeniden yazıldığı yer.
Baş eğmemek için,
Nice canların,
Azrail'le bile dövüştüğü yer.
Vatan diyebilmek için
Tekrar vatana,
İmanın imkânla
Boğuştuğu yer.
Tuttuğu mevzide,
Tırnakla, dişle
Her karışı için
Etin, kemiğin
Demirle, çelikle
Ölçüştüğü yer.
Kanla karışarak
Kara toprağın,
Hilkat çamuruna
Dönüştüğü yer.
Aklın durup,
Dilin tutulduğu an,
Sakarya, yüreğin konuştuğu yer.
Havada barut kokusu,
Toprakta kan.
Ağustostan eylüle doğru zaman
Ölüm kokuyordu.
Yorgundu,
Sakarya ufkunda akşam
Parmaklar yorgundu,
Tetikler yorgun.
Sıcak namlularında
Topların, tüfeklerin,
Gülleler, mermiler dinleniyordu.
Biri türkü söylüyordu siperde.
Gesi Bağlarında dolanıyordu,
Usuldan usuldan
Ses perde perde.
Bir top gül soluyordu,
Derviş oğlu Ahmet'in
Alnından vurulup düştüğü yerde

İrice bir taşa vermiş sırtını,
Oturur gibiydi yer minderinde.
Ana elinden şefkatli,
Baba elinden merhametli,
Bir başka el
Okşuyordu saçlarını
Osman oğlu Ahmet'in.
Henüz soğumamıştı bedeni,
Kanı ılık ılık akıyordu.
Gülümsedi;
Ölüm zannedilen ölümsüzlüğe,
Yarı açık gözleri,
Üç beş adım ötede
Duran koluna bakıyordu.

Mangal gibi yüreği,
Mangal dağına yanıyordu.
Saklamıyordu gözyaşlarını
Nuh oğlu Cemal,
Hıçkıra hıçkıra yalvarıyordu;
"Geri almadan Türbe Tepe'yi
Yarabbi! Alma canımı "diyordu.
Koşarken kuş hafifliğinde
Yokuş yukarı.
Ölümden yana yoktu tasası.
Öbür yüzünü tepenin
Görememekten korkuyordu.
Al renkli güller açtı göğsünde.
Kaldırdı başını
Göğe sitemle.
Al bayrağı gördü,
Türbe Tepe'nin tepesinde.
Sonra, altlarından ırmaklar akan köşkleri..
Siperdeydiler sabaha karşı,
Uyku ile uyanıklık arası.
Aynı rüyayı gördüler.
Erişilmez bir mesafede
Açmış kucağını,
Gülümsüyordu yüzlerine
Mustafalar'ın en güzeli.
Beraber fırladılar siperden,
O'na doğru.
Beraber yediler kurşunu.
Beraber düştüler toprağa.
Ahmet oğlu Mustafa'yla.
Hacı Ahmet'in Mustafa.
Gülümsüyordu yüzlerine
Mustafalar'ın en güzeli,
Doğrulup uzanabilseler
Ellerine değecekti elleri.
Gövdeler gördü.
Kolsuz, bacaksız,
Kimisi inliyor,
Kimisi cansız,
Kan içinde yatanlardan utandı.
Bir can için değer miydi?
Dipçik vardı,
Süngü vardı,
Davrandı.
Ölümsüzlük için,
Ölüme doğru.
O ne müthiş hücumdu.
Muhteşemdi doğrusu,
Mehmet oğlu Halil'in
Tek kişilik ordusu.

İki yürek verdi omuz omuza
Erciyes dağının çatalı gibi.
Sonra çığ oldular,
Kaya oldular,
Koparcasına doruklardan,
Öyle uçtular ki
Düşman üstüne.
Biri Numan oğlu,
Diğeri Emin
Ne dirisine,
Ne ölüsüne
Rastlayan olmadı
iki Mehmet'in.

"Bir geçerse" diyordu,
Mustafa oğlu İsmail.
Bir geçerse,
Sakarya'yı bu Yunan,
Ankara'nın, Kayseri'nin
Vay haline!
O zaman...
Her yumuşunda gözünü,
Hunat'ı, Cami-i Kebir'i,
Hacıkılıç'ı görüyordu.
Ve nice ezansız minareleri...
Hücum emriyle beraber
Can havliyle fırladı,
Yaralı bir kurt gibi siperden.
Önce bir sızı göğsünde,
Sonra tanımadığı bir sıcaklık.
Her şey karanlığa dönmeden önce,
Anası göründü gözüne.
Gülümsüyordu,
Başka analarla beraber.
Hunat'tan, Cami-i Kebir'den
Ezanlar okunuyordu.
Gürül gürüldü minarelerden.
Ne bir adım geri,
Ne de ileri.
Saatler ay gibi
Yıl gibi uzun.
Bir de tepesinde eylül güneşi.
Şükrü oğlu Seyit Ahmet
Bunalmıştı sıcaktan.
Şimdi Erciyes'in eteklerinde
Esen rüzgârlara verip bağrını,
Kar suyunu bakır tastan
Yudumlamak vardı ya...
Değerdi doğrusu
Dünya malına.
Bozdu sessizliği şakırtıları,
Gölgeledi güneşi
Süngü ışıltıları.
Hey ağzını yediğim
Süngülerin süngüsü,
Bugün beklenen gündü,
Beklenen saat bu saat.
Kan renkli bir heykele benziyordu.
Dudaklarında bakır tasın serinliği,
Kaçan Yunan'ı seyrediyordu öylece.
Sakarya kıyısına düşmeden önce.
Kanla yıkana yıkana
Temizlendi
Sakarya'nın doğusu.
Onlar
Geri dönmeyi düşünmeyenler.
Onlar,
On binler,
Yüz binler.
Bu topraklar için
Can veren erler.
Sanılmasın,


Belirsiz mezarlarda kaldılar.
Hür ufuklardan vatanın,
Hem gece
Hem gündüzüne,
Doğacak aylara yıldız oldular.

Fazıl Ahmet Bahadır