9 Haziran 2009 Salı

Kanlısırt

Kanlısırt’taki düşmanın ileri siperlerinden birinde tek bir mitralyözü vardı ki, fırkanın bütün cephesini taciz edip duruyordu. Daha ikmâl edilememiş siperlerden bazıları bu mitralyözün ateşi altında idi. Ara sıra acı haberler alıyorduk: Üçüncü bölüğün emir eri sipere gelirken vurulmuş. Dördüncü mangadan bir nefer şehit olmuş... Yüzbaşı yaralanmış, artık bu mitralyöz bizim için meşum olmaya başlamıştı. Hatta bombalardan, torpillerden daha meşum! Çünkü bu silahların az çok mizacını biliyorduk. Mesela büyük torpil makinesi haftada iki gün bizim cephemizi ziyaret ediyordu. Bombalar daha ziyade akşamdan sonraki ziyaretçilerimiz idi. Velhasıl dâimi bir ülfet neticesi olarak harbin kendisine mahsus itiyatlarını öğrenmiş, ruhumuzda bir huzur ve sükûn tesis edebilmiştik. İşte Kanlısırt’taki melun mitralyöz bizim bu kıymetli asayişimizi ihlâl ediyordu. Gece toplanmış konuşuyorduk. Devamlı yaptığımız musahabe bu uğursuz nokta üstünde deveran ediyordu:

- “Eey... Bu mitralyöz tahrip edilemeyecek mi?”

- “Siperler yakındır, topçu ateş edemez.”

- “Bir hücum yapsak!”

- “Kumandan müdâfaada kalmayı tercih ediyor.”

- “Sen ne dersin ha Mustafa Çavuş, can sıkmaya başlamadı mı bu mitralyöz? “

Mustafa Çavuş cevap vermedi. Derin, derin düşünüyordu; fakat doğrusu ya en babayiğidimiz de kendisi idi. Bahis değişmek üzere iken Mustafa Çavuş bir heykel gibi karşımıza dikildi: -“Ben bunu gidip getiririm!” dedi.

-“Satmıyorlarmış galiba!..” diye lâtife ettik.

Arkadaşımızın bu sözü ciddi söylediğine kânî değildik. Fakat o hiç tavrını bozmadı. Gülümsedik bile. Yalnız biranda kendini siperin üstüne fırlattı. O zaman anladık ki hakikaten mitralyözü almak için gidiyor. Kendisini en çok seven iki hemşehrisi arkasından koştu. Biraz sonra bu üç asker, diğer bütün gecelerden daha korkunç, daha siyah bir gecenin enginlerine doğru kayıp gitmişlerdi.

Hepimiz asabiyetten, heyecandan sararmıştık. Avuçlarımızdaki tüfekleri sıkıyorduk. Şu dakika hücuma kalkmak için öyle dayanılmaz bir arzu duyuyorduk ki... Hey yâ Rabbi eğer gidenler gelmeyecek olurlarsa!.. Bu sefer orada kalsak bile ey Kanlısırt’taki düşman mitralyözü artık sen yerinden oynamıştın! Fikrende olsa seni alaşağı edeceğimizi biliyorduk artık. Kulaklarımız toprağa yapışmış, karanlıklar içinde gittikçe artan kurşun seslerini, bomba uğultularını dinleyerek tam bir çeyrek bu vaziyette bekledik.

İnanılmaz şey! Mustafa Çavuş arkasında bir mitralyözle geliyordu. Yanında bir kişi vardı. Sonra anladık ki: Üç arkadaş, görünmeksizin ilerlemişler mitralyözün bulunduğu siperin içine atlamışlar birkaç süngü darbesinden sonra büyük bir baskın verdiğini zanneden düşman dağılmaya başlamış, Mustafa Çavuş mitralyözü omuzlamış dönerken arkadaşı alnına isabet eden bir kurşunla şehit düşmüş.

Mustafa Çavuş, arkasında zaptettiği mitralyöz, gözleri yaşla dolu yanımıza geldi. Kaybettiği arkadaşının teessürüyle titreyen bir sesle ve kendi şîvesiyle:

-“Alun şu uğursuzu la. Bana pahalıya oturdu!” dedi.

Harp Mecmuası Sayı: 9, s. 138-139